YAHYA CUMHUR TAPÇI


Hatıraların İzini Sürerken


Dedeler, bilge kişiydiler… 

Çocuk yaşlarımda dedemin, elimden tutup beni götürdüğü Ünye’nin o eski ahşap Büyük Camisinde namaz kılmak, büyükler arasında saf tutmak gurur vericiydi… Bazen yalnız başıma Saray Cami’ne gider, akşam namazı sonunda tek başıma eve dönerken sokakta bekçinin azarıyla karşılaşırdım. Çok konuşur, çok anlatırdı dedem. Kendince bir yol tutmuştu ve bize bir şeyler öğretmeye çalışıyordu. 

Kendisi on yaşlarında babasını cepheye göndermiş ve bir daha da haber alamamış... Dört kardeş ve bir babaanne ile hayatın yükünü sırtlanmış. İki erkek kardeşinin eğitimi için fedakârlık yapmış ama kendisi okuyamamış. Askerlikte öğrenmiş okumayı. Dini bütün bir insandı dedem. Evde akşamları dini konulardan bahseder, hikâyeler, menkıbeler anlatırdı. Duyduklarını, camide, cemaatte öğrendiklerini tekrar ediyordu. Tekrarda fayda varmış…  Annemizden de; helal- haram, doğruluk, güzel ahlak, namaz, oruç, günah, sevap… konularında iyi bir terbiye almıştık. Bunlardan en çok dikkatimi çekenlerden biri de kıldığımız namazın seccadelerinin, halıların bize mahşer günü şahitlik edeceği konusuydu. Ellerimiz, ayaklarımız, gözümüz, kulağımız, üzerinde namaza durduğumuz mekân, seccade, halı, kilim… Bu yüzden şahitlerimi çoğaltmak için camilerde farklı seccadelerde namaz kılmaya dikkat ederdim. Ünye’de Saray, Orta ve Büyük Camilerde üzerinde namaz kılmadığım seccade, halı ve kilim kalmamıştır. O zamanlar camilerde parça halılar, kilim ve seccadeler vardı. Bu halı ve kilimler belirli zamanlarda camilerin avlularında cami görevlileri tarafından yıkanır, temizlenir ve kurumaları için cami avlusuna asılırdı. Bazen de toplu halde Tabakhane deresine götürülüp orada temizlenirdi. O zaman Tabakhane Deresinde çimerdik. Su o kadar temiz ve boldu… 

Ayrıca camilerimiz tanışma, görüşme mekânlarıydı. Herkes birbirini tanır, ilgilenir ve hal hatır sorulurdu. Cuma namazlarında cemaat dışarı taşar, Büyük Camii’nin Hükümet Caddesi tarafındaki yol kapanır ve sokaklar cemaatle dolardı…  Ayaklarımız toprağa değer, toprakla haşır neşir olurken, topraktan gelip, bir gün toprağa döneceğimizi, hatırlardık. 

Bazen cami kapılarında bekleyen kadınlar dikkatimi çekerdi. Ayakları bir çaputla birbirine bağlanmış halde cami kapısında bekleyen kadınlar… Ellerinde bir makas, iki ayağı bir ip ya da çaputla bağlanmış çocuk kucağında, biz camiye girerken o beklerdi. Hep merak ederdim. Zamanla anladım bu uygulamanın, yürümesi geciken çocukların yürümesini çabuklaştırmak için yapılan eski bir gelenek/hurafe olduğunu. Evin büyüğü, kadınlardır, çocuğun ayağına bir çaput bağlayıp, özellikle ikindi namazlarında camiye getirir. Elindeki makasla camiden ilk çıkan kişiye bağları kestirmek ister, böylece camiden çıkışta ecele eden ve ilk çıkan kişi gibi,  çocuk da yürümeye başlar diye inanılırmış. Ne kadar doğrudur, bir faydası olmuş mudur bilmem, merak da etmedim işin doğrusu. Ama bunlar ne de güzel hatıralardı benim için.  

Dünkü çocuk gözüyle değerlendirdiğimiz camilerimiz ve işlevlerini bu gün bulabiliyor muyuz? Her köşesinde, ayrı seccadelerde kıldığım masum, ihlaslı namazlarımı ve rengârenk, eski, püskü seccadeleri, halıları ve el dokuması kilimleri özledim. Orta Camide o düzel gür sesiyle imamlık yapan, bir zamanların Ankara Kocatepe Camii imamı merhum İbrahim hocayı özlüyorum. Yine bu caminin kalabalık cemaatinden dolayı pencere kenarlarında namaz kılmayı özlüyorum. Hıncahınç dolu camiinin sıcaklığını, terini, sıkıntısını özlüyorum. İkindi namazlarında kapıda kucağında bebekle, elinde makas tutan kadınları özlüyorum. Ramazan aylarında kılınan teravihlerdeki huzuru, şuuru, zevki ve heyecanı; İdris emminin top sesini, iftar sofralarındaki heyecanı, sahurlardaki, kifayetsiz ama özel yemekleri özlüyorum.

Şahitlerimizi yitirdik birer birer şu dünyada…

Camilerde halıları tek parça yaptık ama cemaat olarak tek parça olabildik mi? 

Son model ses düzenleriyle ezanları, salaları dağlara taşlara ulaştırabildik de camii içindeki cemaatimizin gönüllerine ulaştırabildik mi?

Camilerimizi, çoğaltıp ihtişamla ve en güzel süslerle bezedik de cemaatle süsleyebildik mi? 

Yoklukta, her şey daha güzeldi. Azlar çoğalıyor, parçalar birleşiyordu. Birlikten beraberlik, beraberlikten sevgi, kardeşlik, dostluk ve büyük güç doğuyordu. Eskide kalmış hayallerle avunup duruyorum şimdilerde. 

Boşuna demişler yalan dünya, diye. Her halde insan için dünya hayatının yalan olduğunu anlatmak istemişler. Dünya kıyamete kadar varlığını devam ettirirken asıl bu dünyada yalan olan biz, kendimiz olduğunun farkına ne zaman varacağız acaba. Her canlı şu yalan dediğimiz dünyayı teker teker terk edip gidiyor da biz, sanki kendimiz baki kalacakmışız gibi davranıyoruz. 

Geçmişin hatıralarında kalan kişi ve olayları hatırlayıp bir iç geçirme içindeyiz şimdi. Biz de bir gün cami avlusundaki musalladan alınıp sılaya yollandığımızda gelecek nesillerin hatıralarında yer alabilecek miyiz acaba... Camilerimiz dünya durdukça yaşayacak ancak bu haliyle omuz omuza saf tutan bu cemaat birbirinden, kendinden bihaberken unutulmaya mahkûmdur. Ne kadar hatırlansak da önünde sonunda unutulup gideceğiz vesselam… 12.04.2020

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593