MUSA KIRANLI


Sözün bittiği yer!..


Yüreğimize ateş düştüİnsan okuduklarına, gördüklerine ve duyduklarına inanamıyor lüx bir otelin 78 kişiye mezar olması akıl alır gibi değil !.

Hangi çağda yaşıyoruz. İnsan hayatı bu kadar mı ucuz. Ve hepimiz hatırlarız ki eskiden mahallemizde kolu komşuda bir cenaze olsa 3 gün tv açılmaz ve acılara ortak olunurdu. 

Çocuk, anne, baba, 79 insan! Hayalleri, hayatları gitti. maalesef etrafta yaşam eğlence keyf sefa devam ediyor, nasıl bu kadar vicdansız ve bu hale geldik.

“Bu bir kabus olmalı. Çok acı çok. Sabır dilemek yetersiz. Allah çocuklarını, yakınlarını kaybedenlerin aklını korusun gerçekten. Vefat edenlere Allahtan rahmet, Yaralılara şifalar diliyorum. Başımız sağolsun. Sorumluların ceza alması dileğiyle...

32 yıl önce soğuk bir kış günü suikast sonucu katledilen cesur yürekli, vatansever, dürüş, gerçekleri korkusuzca yazan Gazeteci yazar, rahmet ve dua ile anıyorum Rahmetli Uğur MUMCU nun da sözüdür ‘’ İnsanlar sadece konuştukları şeylerden değil, sustukları şeylerden de sorumludurlar’’ evet acizane bende aldığım teknik eğitim ile, yaşadığım hayat tecrübelerim ve okuduklarım ile edindiğim bilgileri Ünyemizin tek günlük yerel gazetesi Ünye Kent ile  siz değerli okurlarımla paylaşmaya çalışıyorum. Nasıl ki üzüntüler paylaşıldıkça azalır, sevinçler çoğalır. Bilgiler de paylaşıldıkça faydalıdır.

‘’Nerede bir can ölse, oralı olur yüreğim. Olmalı zaten. Olmazsa insan olmaz yüreğim.’’ Ahmed Arif’in dizeleri ilke herkese merhaba…

‘’İnsanın gerçek ölümü, ecel ya da hastalıktan değildir, İnsanın insana yaptıklarındandır diyor bir felsefeci. Evet; Her şey Ekonomi, siyaset düzelir. Ama toplumda çöken ahlak. Bizim asıl düzeltmemiz gereken bu. Nasıl düzelteceğiz onu düşünelim. Sözün bittiği yerdeyiz.

Vatanını en çok seven, işini en iyi yapandır diyor Atatürk. Maalesef günümüzde İşini ruhuyla ve vicdanıyla yapan insan sayısı azalıyor. Tamircisinden avukatına, esnafından politikacısına, doktorundan işçisine, sanatçısından öğretmenine, her alanda, bir kalitesizlik, bir vurdum duymazlık ve bir utanmazlık. Halen direnen, emeğiyle, kalbiyle, aklı ve vicdanıyla üreten azınlığı saymazsak, sürüyle pişmanlık ve beddualarla dolu alışverişimiz vardır.

Allah’ın her günü, kolay yoldan kazanmaya, gemiyi yürütmeye ve düzenin çarkına uyum sağlamaya odaklanmışlardan yediğimiz kazıkları sayıp duruyoruz. Belki bu durum çok eskiden beri var ama bence özellikle son yıllarda ülke çok bozuldu ve freni boşalmış bir kamyon gibi yokuş aşağı gidiyor. Artık, ne zaman, nasıl ve kaç insanı ezip geçtikten sonra durur, bilemiyorum.

Dünya para verip, pazardan aldığımız meyveler, sebzeler çürük çıkıyor, kıyafetler iki günde dağılıyor, elektronik eşyalar, en geç garanti tarihi bittikten sonra, kullanılmaz hale geliyor. 

Temel ihtiyacımız olmazsa olmaz Elektriğe, suya ve doğalgaza ödediğimiz paralar, ne anlama geldiğini bile anlayamadığımız eklemelerle, ödememiz gerekenin çok üstünde geliyor ve maalesef hakkımızı arayacak mevki makam yok. Ya da buna da şükür daha kötüsü olabilir diye susuyoruz.

Eve bir usta çağırmaya korkuyoruz. Hem binbir nazla geliyorlar, hem de bizi bin pişman edip gidiyorlar. Avukata dosya vermeye korkuyoruz, hastaneye düşmekten korkuyoruz, devlet dairesine bir işimiz düşmesin diye dua ediyoruz, okuldan gelen mektupları açmaya korkuyoruz. Vergiden, cezadan, faizden, sigortadan, sokağa adım atmaktan, bir yere oturup bir şeyler yiyip içmekten korkuyoruz. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. 

İçimizde hep aynı soru; "Acaba bizi burada da kandıracaklar mı?"                                   

O eski ustalar kalmadı. O eski iş ahlakı yok. "Dürüst olayım, diğerlerine benzememeyeyim." diye piyasaya girenlerin çoğu da bir süre çakalın çukalın arasında ezilip gidiyor ve en sonunda iflas edip, dükkâna kilit vuruyor. Düzene uymayanlara yaşam hakkı yok!

Birkaç yıl evvel 2008 yılında Almanya ya gittim. Almanya'daki komşu evinin terasını yaptırmaya karar vermiş ve bir firmayla anlaşmış. Bana sorsanız, üç günde bitmesi gereken iş, üçüncü haftaya girince, doğal olarak bir huzursuzluk başlıyor ve teknik biri olduğum için benimle konuyu paylaştı. 

Şöyle bir baktım, düşündüm ve dayanamayıp, içlerinden birine şakacı bir tabirle "Bizim oralarda, üç haftada bina dikiliyor ama siz üç haftadır kıçı kırık terası bitiremediniz." dedim.

Güldü. Ve "O yüzden sizin oralarda evler en ufak bir sıkıntıda yıkılıyor ama biz şu yaptığımız terasa yüz yıl garanti veriyoruz." dedi.

Yalan yok, bu cevap bana da güzel kapak olmuştu. Çünkü adam haklıydı. Apar topar yapılan her iş eksik olur, bozuk olur, sorun olur. Biz öyle düşünmüyoruz. "Aman bitirsinler de nasıl bitiriyorlarsa bitirsinler."

Yine yıllar önce taa 1989 lu yıllar, İstanbul'da çalışırken bir büyük iş hanının içinde çay ocağı var, hatırlıyorum bir ara, zamanın hükümeti bir karar aldı ve tehlikeli olduğu için, çay ocaklarında ve kahvelerde tüp yasağı getirdi. Tüp yerine elektrik kullanılacaktı. Bu değişimin kontrol edilmesi için de birileri görevlendirilmişti. Bu kişiler iş yerlerine ani baskınlar yaparak, elektrikli sisteme geçişin yapılıp yapılmadığına bakıp, halen tüp kullananlara ceza kesmeliydi ama gelin görün ki, çay ocaklarının ve kahvelerin tamamı gelenlerin eline üç beş kuruş para tutuşturup, tüp kullanmaya devam etti. "Bu işe el alem ne der?" diye düşünenler, nedense, "Bu işe vicdanım ne der?" demiyor. Her insanın başına bir bekçi, her insanın başına bir polis ve her insanın başına bir ceza, yasak, tehdit lazımmış gibi. 

Mutlaka sizler de benzer olaylara şahit olmuşsunuzdur. Sizlerde bu örneği istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz. Çünkü bizler, dinin her şeye yeterli geldiğine ve bu yüzden ahlaka, vicdana, saygıya, sevgiye, bilime, felsefeye, dürüstlüğe ve daha bir sürü şeye ihtiyacı olmadığına inanan bir kalabalığın içinde kalmışız. 

Maalesef yaşanan ve adına doğal afetler dediğimiz, tedbirsizlikten dolayı her ne derseniz deyin Bizim ülkede, yaşlanarak ölmek diye bir şey kalmadı. Eskiden insanlar, en azından Allah'a emanet yaşarlardı. Şimdi o da kalmadı. Bir serseri kurşunu, bir trafik kazası, balkondan düşen saksı, kapatılmamış çukur, açıkta kalan elektrik kablosu, malzemeden çalınmış kumdan yapılmış bina, lüx denilen çoluk çocuk, anne baba çaresizlik içinde imdat kurtarın diyerek diri diri yanmaktan korkup çaresizce belki kurtulurum diyerek 4 ncü kattan 7 nci kattan atlayan insanlarımız, inanın yazarken dahi elim ayağım titriyor, bu nasıl bir ihmal, nasıl vicdansızlık. 

Yaşamak için olmasa da ölmek için sebep çok!

Ev aldığımızı sanırken aslında kendimize mezar aldığımızı farkında değiliz. Poşetlere doldurduğumuz yiyeceklerin, içeceklerin arasından hangisi ölüm sebebimiz olacak, bilmiyoruz. Belki de bindiğimiz araba, düğmesine bastığımız asansör, içtiğimiz rakı sonumuz, bilmiyoruz. Kültür-sanat şenliğine katılan ozan da, tatile giden öğrenci de, hiç beklenmedik bir zamanda, bir otel odasında yanarak can verebiliyor. 

Memleket işgal altında. Tankın, tüfeğin, düşmanın olmasa da, cehaletin, vurdumduymazlığın, tacizin, tecavüzün, şiddetin, vahşetin, bencilliğin, dolandırıcılığın, çirkinliğin, kabalığın ve fesatlığın işgali altında. 

Sanırım, başımıza gelebilecek en kötü şey geldi ve biz toplumca, azar azar, utanma duygumuzu kaybetmeye ve olup biten çirkinliklere alışmaya başladık. Ekonomi, siyaset düzelir. Asıl düzeltmemiz gereken ahlak, ahlaksızlığımız.

Toplumsal mutsuzluğumun en temel sebebi de işte burada yatıyor. Kazara ölmemek, sevdiklerimizi kaybetmemek, birilerinden kazık yememek, aldatılmamak, kandırılmamak ve enayi yerine konulmamak için sürekli teyakkuz halindeyiz ve gerginiz. Şöyle bir aynaya bakmalıyız. Ne görüyoruz…

Bir an düşündüm de Sahi, gönül rahatlığıyla bitirdiğimiz iş sayısı ne kadardır? Bu yüzden ilişkilerimizde, evlerimizde, eşyalarımızda dayanıklı değil. Bizler de dayanıklı değiliz. Sevginin, saygının, vicdanın ve huzurun olmadığı yerde, neye ve nasıl dayanabiliriz? Altmışı altmış beşi dolduran ölüp gidiyor. Kimin ne yaşadığı kimsenin umurunda değil. Hiç kimse suçunu kabullenmiyor. Herkes ak sütten çıkmış ak kaşık. Maalesef gidende kader diyor kalan da.

Bazı insanların dünyaya geliş sebebi sanki diğer insanları çıldırtmak gibi. Sen benim katilim oluyorsun. Ben seni nasıl seveceğim? Sen benim evimi sağlam yapmıyorsun. Elektrik kablolarını ortada bırakıyorsun. Binaya yangın merdiveni koymuyorsun. Yiyeceğime zehir katıyorsun. Trafikte canıma kıyıyorsun. Çocuğumu taciz ediyorsun. Hakkımı elimden alıyorsun. Havayı kirletiyorsun, doğayı mahvediyorsun, hayvanlara kıyıyorsun. Silahla geziyorsun, haraç kesiyorsun, gece kapıma dayanıyorsun, sınav sorularını çalıyorsun, emeğimi sömürüyorsun, beni kazıklıyorsun, kandırıyorsun, aldatıyorsun, hasta ediyorsun.

Söylesene ben seni nasıl seveceğim? Senin nereni sevebilirim? Hani yazımın başlarında yazmıştım ya Almanya da bir komşunun Terasını yapan o Alman ustanın sözü aklımdan çıkmıyor. "O yüzden sizin evler en ufak bir sıkıntıda yıkılıyor ama biz şu yaptığımız terasa yüz yıl garanti veriyoruz." 

Ne dersiniz. Haklı m? Duyar gibiyim Haklı diyorsunuz.

Bizim buralarda beş dakika sonra ne olacağımızın garantisi bile yok! 

Albert Camus un dediği  gibi ‘’Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkenin insanlarının nasıl öldüğüne bakın.’’

Yaşadığımız onca felaketlerden sonra meğer hiç ders alınmamış.

Hani dedik ya aynaya bakalım. Evet; Çürük olan binalarımız değil, vicdanlarımız. Çökmüş olan ekonomi, siyaset değil. Ahlak. Her şey düzelir, bizler ahlakımızı nasıl düzelteceğiz o nu düşünmeliyiz. 

Bir kişiye yapılan haksızlık tüm topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Susanlar da bu insanlık suçlarına katılmış olur.

Birbirimize selam vermekten korkar, kimseyi görmeyelim diye birbirimizden kaçar olduk. Adeta kör, sağır ve dilsiz misali. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın der gibi. Maalesef ülke olarak yaşadığımız her felaket sonrası esas sorumlular değil de çıkarılan yasa ve yönetmelikler ile vatandaşlarımızın sırtına yük konuluyor. Hayatımız yaşanmaz hale getiriliyor. 

Çoğu İnsanların Davranışı kötü, dili kötü, ahlaksızlık diz boyu. İnsanlarımızın en yakın zamanda ahlaklanması dileğiyle… 

Hayat; ne sandığın kadar, Ne yandığın kadardır…Hayat; bütün mücadelenle, seyirci olarak değil içinde kaldığın kadardır… 

Kimse elindekinin kıymetini bilmez sahip olduğu sürece. Ama bir gün elinden uçup gittiğinde. Tek bir söz kalır; ‘’Keşke’’ Evet; artık bundan sonra keşkelerin değil, iyikilerin olduğu, endişe ve kaygılardan uzak, çok şükür ben insanım diyeceğimiz günlere. 

İnsan olmak yalnızca bir bedende yaşamak değil, İnsan olmak adaletin peşinden koşmak, haksızlık karşısında sessiz kalmamak, bir yetimin başını okşamak bazen, bazen de bir lokma ekmeği ikiye bölmek paylaşmaktır acıyı da sevinci de. İnsan olmak, yalnız kendin için değil, her canlı için yaşamayı öğrenmektir. İnsan olmak aldığın nefesin farkında olmak, Bugünü ve yarını güzelleştirmek için çaba göstermek ve elini yüreğini korkusuzca uzatmaktır. 

Bakınız; Ölüm, bütün planları bozan bütün randevüleri iptal ettiren tek bir gerçektir. İnsan olalım, insan kalalım.  Allahım hepimizin yardımcısı olsun. Herkese kucak dolusu selamlar. Gerçek hazine; insanın hayatına dokunan, ruhunu iyileştiren dostlardır. Nerdesin Geliyorum diyen dostlarını eksilmesin hayatınızdan. Kalın sağlıcakla…

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593