AHMET DERYA VARİLCİ


Karadeniz Arkeolojisi –Kentleşme Süreci ve Ünye (I)


Uygarlığın anahtar unsurlarından biri olarak kabul edilen kentlerin tarihte ilk nerede, ne zaman ve nasıl doğduğu konusu, arkeolojik veriler ışığında giderek daha fazla netlik kazanmaktadır. Neolitik Çağ’dan Erken Tunç Çağı sonuna dek (MÖ. 9. Binyıl ile MÖ. 3. Bin yıl arası) bazı köy topluluklarının kentli toplumlara nasıl dönüştüğünü artık daha iyi analiz edebilmekteyiz. Söz konusu bölge Karadeniz kıyı şeridi olunca sorun biraz çetrefilleşse de kentsel yapıların ortaya çıkışı Karadeniz’de de benzer bir süreçten geçiyor. Ayırt edici nokta bugünkü gibi coğrafi yapının kısıtlayıcı öğeleridir. Kırsal alanlardaki dağınık yerleşme ve kıyı şeridi boyunca kümelenmiş kent yerleşim merkezleri ta başından beri bölgedeki kentleşme yapısının temel belirleyicisi konumundadır.

Karadeniz’in coğrafik yapısı, yerleşim ve iskân yerleri oluşturulmasına ve altyapı düzenlemesine elverişli değildir. Buna karşın doğal limanlara, başta demir o0olmak üzere dönemin stratejik madenlerine ve bol ormanlık araziye sahiptir.

 

Tarihte İlk Kentler ve Kentleşme Süreci 

 

Günümüz arkeolojik verileri ışığında, tarihte ilk kent ve kentleşme olgusunun Güney Mezopotamya’da Uruk (Warka) ve çevresinde gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Eski Yakındoğu kentlerine yönelik ilk arkeolojik araştırmalar, 19. Yüzyılın ortalarında başlar. Bu dönem Eski Çağ tarihçilerinin “İlk Çağ Kenti” kavramı üzerine çalışmaya ve bunu tanımlamaya başladıkları sürece de karşılık gelmektedir. İlk tespitler Yunan ve Roma dünyasıyla sınırlı tutulsa da, Eski Doğu kentlerinin sadece askeri karargâhlar olmadığı, birer “dini” seremoni merkezi, krali ikametgâh (saray, yönetim merkezi) ve kazılar sırasında tapınak ve sarayların yanında çok sayıda evlerin, caddelerin ortaya çıkartılmasıyla kentsel oluşumların varlığı kanıtlanmış oldu.

Gordon Childe’ın 1950’de yayınladığı “The Urban Revolution” adlı makalesinde kentsel yapılara yönelik ünlü 10 kriter’i, Babylon ve Ninive gibi Eski Ortadoğu kentlerinin tartışılmaz biçimde kent kavramı içinde mütalaa edilmesi gerektiğini ortaya koydu.[1]

Childe, L. Henry Morgan’ın sosyal gelişim evrimini model alarak kentleşme sürecini; vahşilik, barbarlık ve uygarlık olmak üzere üç aşamanın sonucunda oluştuğunu ileri sürer.[2]

İnsanlığın ilk aşaması Morgan’a göre Vahşilik Evresi’dir ki Paleolitik Çağ’ın avcı-toplayıcı gruplarıyla, ikinci aşama Barbarlık Evresi’dir; Neolitik Çağ’ın çiftçi topluluklarıyla, üçüncü aşama Uygarlık Evresi’dir; MÖ. 3. Binyılda Mezopotamya, Mısır ve İndus’ta görülen kentli toplumlarla özdeşleşir.

Childe’ın bir arkeolog olarak temel sorunu, muhtemelen gözle görülebilecek yahut test edilebilecek somut özellikler saptamaktı. Kırsal yaşamdan kente dönüşümde teknolojiyi temel faktör olarak kabul etmesi, kentleşme için gerekli artı ürünün sulu tarımla sağlanabileceği varsayımını gerektiriyordu. Bu nedenle kentleşmeyi, önkoşul olarak nehir vadilerinin bulunduğu yerler gibi özel bir coğrafyaya atfetmişti.

 

Karadeniz’de İlk Kentler    

 

Childe’ın tezi, Ortadoğu’da tespit edilen ilk kentlerin nehir vadilerinden uzak yerlerde bulunmasıyla geçerliğini kaybettiği söylenebilir. Ancak Karadeniz’in ilk kentleri Zalpa gibi Kızılırmak-Bafra Deltasında yahut Kieros gibi Sakarya Irmağı vadisinde kurulan kentlerle hala tartışılabilir olduğunu kabul ettirmektedir.

Karadeniz’in ilk kentlerinden Sinope’nin ne zaman kurulduğu, Miletos kolonisi olmadan önce de burada bir liman kentinin var olduğunu ileri sürenler bulunmaktadır. Grek kolonilerinin büyük çoğunluğu MÖ. 7. Ve 6, yüzyıllara atfedilmesine rağmen, son dönem arkeolojik araştırmalarda Sinope ve Trapezus kentlerinin MÖ. 8. yüzyıl ortasında kuruldukları anlaşılmıştır. Grote Sinope' ve Trapezus'u VII. yüzyıl sonlarına tarihlemesine karşın, Meyer ve Busolt her iki kenti VIII. yüzyıl ortasına tarihlemişlerdir.

Çeşitli nedenlerle -ki bunların arasında arkeolojik açıdan doğrulanmış tarihlere artan bir güven duygusu vardır- bu görüş gözden düşmüş ve Grek'lerin Karadeniz'e MÖ. 700 den sonrasına değin asla giremedikleri görüşüne doğru bir düşünce gelişmiştir.

Rhys Carpenter bir tezinde bu görüşü hem açıkça belirtmiş hem de desteklemiştir; ona göre "pentekonter'ler" bulunana değin (Carpenter bu buluşu M.Ö. VII. Yüzyıl başlarına tarihlemiştir) Grek'ler Karadeniz'den gelerek Bosphorus'dan geçen dörtlü akıntıya karşı yola çıkamazlardı.[3]   

Arkeolojik kanıtlara göre VII. yüzyıl sonlarında Grekler Karadeniz'de çok sayıda yeri iskân etmişlerdir.[4]

Karadeniz'deki Grek yerleşmelerine ilişkin var olan arkeolojik kanıtların incelenmesi için John Boardman, The Greeks Overseas (Harmondsworth and Baltimore, 1964), S.245 ve Graham, "Black Sea", s.31 adlı eserler önerilmektedir. Ayrıca Carpenter, "The Greek Penetration of the Black Sea", AJA LII (1948), s. 1-10.). 

MÖ. 7. Yüzyıl öncesinde uzak denizlere yelken açan Fenikeliler Greklerden daha eski bir dönemde 50 kişiyle kürek çeken ve sola yatan çift yelkenli pentekonter ile Karadeniz’e girmiş olmaları ihtimali vardır. Deniz aşırı olmasa da Greklerden önce Anadolu’da koloni kuran bir başka kolonyal güç daha vardır: Asurlular.[5]

Karadeniz Arkeolojisi’nin 5. Bölüm’ünde Asur Ticaret Kolonileri’ni (MÖ. 1950-1750) ayrıntılarıyla incelediğimiz için bu kısmı yeniden ele almayacağız. Ancak Fenike Kolonizasyonu üzerinde durmak gerekir.

 

Fenike Ticaret Kolonileri Çağı   

 

M.Ö. 12. yüzyıldan itibaren daha belirgin bir biçimde tarih sahnesine çıkan Fenikelilerin kökeni tam olarak bilinmemekle birlikte, önce Filistin bölgesindeki yerli halk (Kenaniler) ile buraya göçen ilk Sami grupların ve M.Ö. 1200’den sonra da Ege Göçleriyle gelenlerden bazılarının kaynaşması ile oluşan bir ırk oldukları tahmin edilmektedir.[6]

Bazen Tir ya da Arados gibi küçük adalarda, bazen Biblos ve Sidon gibi burunlarda, bazen de küçük körfezlerin kıyılarına yerleşmiş küçük kentler ve bunları çevreleyen verimli tarımsal alanlarda varlıklarını ve yaşamlarını sürdürmüşlerdir.[7]

Akdeniz ticaretini elinde tutan ve Yunan alfabesinin oluşumunda rol oynayan Fenikeliler, Yunan ticaret kolonileriyle farklı bir kolonileşme sürecine girseler de meydana getirdikleri etki bakımından benzer özellikler göstermektedirler.

Fenikelilerin kurdukları koloniler arasında, Kıbrıs’ta Kition, Orta Akdeniz’de Girit, Yunanistan, Ege kıyıları, Malta, Gozo, Pantelleria, Sicilya, Kuzey Afrika ve batıda Sardinya, İspanya ve Kartaca sayılabilir. Koloniler içinde Kartaca en çok öne çıkmaktadır.

Fenikelilerin kullandığı 50 kürekli ve iki yelken taşıyan pentekonter adlı gemilerle Karadeniz’e ulaştıklarına dair yeterli kanıt bulunamamıştır. Buna rağmen Sinope ve Trapezus’un MÖ. 8. Yüzyıla uzayan kentsel yerleşimini Greklerle ilişkilendirmek de hayli imkânsız görünüyor.

Bu iki kentin koloni öncesi dönemlerde yerel dinamiklerle kurulduğunu savlamak da imkânsızdır. Çünkü bölgede o dönemi kapsayan bir uygarlığın izlerine henüz ulaşılabilmiş değildir.

Karadeniz kentlerinin kurulumu olmasa da yönetsel konumu hakkında en somut bilgilerden biri Amasyalı coğrafyacı Strabon’a (MÖ. 63-?)[8] ve diğeri Sokrates'in öğrencisi Yunan filozof, yazar, tarihçi ve asker Ksenofon’a (MÖ. 431 - 354) aittir.[9]

Ksenofon, Anabasis adlı eserinde Trabzon’dan (Trapezus) Sinope’nin kolonisi olduğu bilgisini verir. Kurulum aşamasında olmasa bile MÖ. 4. yüzyılda Karadeniz sahil kentlerinin konumu bu biçimdedir.

Ksenofon günümüz Ordu ili merkez ilçesine yakın bir yerde Cotyora adıyla belirttiği bir liman kentine vardıklarını yazar. Ordu Boztepe eteklerinde olduğu tahmin edilen bu antik yerleşime ait bir buluntuya henüz rastlanmamıştır. Dolayısıyla Kotyora Antik Kenti Karadeniz’in adı bilinen varlığı tespit edilememiş “kayıp” kentlerinden biridir.

Antik adıyla Oinoe olarak bilinen Ünye’den ne Strabon ne de Ksenofon bahsetmemektedir.

Ünye’nin durumu nasıldır, ikinci kısımda…  

 

[1] Childe’ın Kentsel Devrim adlı makalesindeki kentlere ilişkin 10 ölçüt şöyledir: 1) Yerleşim yerinin boyutu ve nüfus yoğunluğu, 2) Tam gün çalışan uzman işgücü, 3) Sermayenin merkezi olarak toplanması, 4) Anıtsal kamu Yapıları, 5) Sınıf toplumu, 6) Yazı, 7) Planlı ekonomi, teknik bilgi, 8) Betimsel sanat, 9) Uzak mesafeli ticaret ve 10) Devlet organizasyonu.   

[2] L. Henry Morgan, Eski Toplum, “Ancient Society”, 1877 (ABD)

[3] Pentekonter’ler, ticaret gemileri ile savaş gemileri arasında bir ayrımın olmadığı bir çağda ortaya çıktı. Bunlar, deniz ticareti, korsanlık ve savaş için kullanılan, yük veya asker taşıyabilen çok yönlü, uzun menzilli gemilerdi. Bir pentekonter, geminin her iki tarafında yirmi beşer kişilik bir sıra halinde düzenlenmiş elli kürekçi tarafından kürek çekilirdi. Yelkenli bir orta direk de gemiyi uygun rüzgâr altında itebilirdi. Pentekonterler uzun ve sivri omurgalı gemilerdi, bu nedenle uzun gemiler olarak tanımlanırlardı. Genellikle tam bir güverteleri yoktu ve bu nedenle çitsiz gemiler olarak da adlandırılırlardı. 

[4] Robert Drews, Karadeniz’de En Eski Grek Yerleşmeleri, JHS XCVI, (1976). s. 18 – 31, Çev. Doç. Dr. Ömer ÇAPAR

[5] Bkz. 17.07.2024, Ünyekent-Karadeniz Arkeolojisi – Asur Ticaret Kolonileri Çağı [MÖ. 2. Bin Yıl]

[6] Nazmi Özçelik, İlkçağ Tarihi ve Uygarlığı, Nobel Yayın, Ankara, 2004, s.105. Aktaran: Berna Şivan, Fenike Ticaret Kolonileri Çağı adlı makale.   

[7] Recep Yıldırım, Uygarlık Tarihine Giriş, Asil Yayın, Ankara, 2004, s.95.

[8] Strabo, Coğrafya (Geographika XII-XII-XIV), Arkeoloji ve Sanat Yay. İst. 1993

[9] Ksenophon, Anabasis On Binlerin Dönüşü, Çev. Hayrullah Örs, Remzi kitabevi, Ankara 1939

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593