Hak arama kaygısı, Adalet duygusunun eksikliği, ahlaki çöküntü, din bilgilerinin yerini hurafelere bırakması, bilimde ve ilimde geri kalmışlık, Ülkenin iç barışının olmayıp aksine kutuplaşmaların daha da artması, huzursuzluk, sağlıksız toplum, ekonomik ve iktisadi gerileme, fakirlik, keyfi davranış zorbalığı, mafyatik ilişkiler yumağı, anarşi, dinsizlik, din istismarı, ülkenin kurucu değerlerinin ve ceddimizin isimlerinin kullanılarak- kalkan yapılarak menfaatperest haksız uygulamalar, bir toplumda ve ülkede oluşabilecek her olumsuz durum ve daha nice olumsuz durumların tek bir önlemi vardır: Ülke’de her şeyden ama her şeyden önce LİYAKATLİ insanların işin başına gelmeleri veya getirilmeleridir. Üstelik bu sadece bir liyakatli seçim ile de çözülmez, tüm kurumlar liyakatli yöneticilerle yönetilmelidirler.
Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde, işlerin ehli olana yani layık olduğu kimselere verilmesi emrediliyor. Görev yerlerinin emanet olduğu, bu emanetlere riayet edilmesi, uyulması emredilmektedir.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
‘’Allah size, mutlaka emanetleri [işleri] ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle davranmanızı emreder. [Nisa 58] ‘’
‘’ Biz emaneti [dinin emir ve yasaklarını], göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir. [Ahzab 72] ‘’
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
‘’ İş ehli olmayana [layık olmayana] tevdi edildiği [verildiği] zaman, kıyameti bekle. [Buhari] ‘’
‘’Emanet zayi edildiğinde kıyametin kopmasını bekleyin."
Ya Resulallah, emanetin zayi edilmesi nasıl olur? denince,
‘’ Görev ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekleyin’’ buyurdu. (Buhari)
Liyakat sorunu halledilmeden, ne din olur, ne bilim olur ne de iktisadi gelişme olur.
Liyakat en basit tanımıyla; “bir kimsenin, kendisine verilen işi en başarılı ve topluma yararlı ve layıkiyle olacak şekilde yapmasıdır yani o işe en uygun kişiyi bulmaktır ” şeklinde ifade edilebilir. Başka bir tanımında liyakat; “verilen bir görevi başarı ile yapabilme yetisidir ” veya “bir işin, layık olan kişiye yaptırılmasıdır ” da diyebiliriz.
Bir başka deyişle de : “bir işi, en iyi yapacak kişiye vermek, yani İŞİ EHLİNE VERMEKTİR ”.
Toplum aslında, liyakatin anlamı ve önemini bilmektedir ama uygulamadaki sıkıntıları da görmektedir. O nedenle bir toplumdaki liyakat eksikliğine bağlı bir çok sıkıntının ortaya çıkması; liyakatin tanımlanamaması veya anlaşılamamasından kaynaklanmamaktadır. Sıkıntının kaynağı, liyakatin uygulanmasında bir sistem geliştirilememiş olmasıdır. Bir sistem ve metod geliştirilse, buna istek olsa, liyakat problemi bu sisteme uyulduğu müddetçe ortadan kalkacaktır.
Bu oluşturulacak sistemde, işe alımlarda ve görevde yükselmelerde, hatta görev süresinin belirlenmesinde, başarı kriterlerinin oluşturulmasında, başarısızlık halinde cezai yaptırımların da belirlenmesi halinde, liyakat tesbiti sistemsel hale getirilmiş olur, böylece otokontrol mekanizmasıyla uygulama normlarının belirlenmesi sağlanmış olur.
Aslında kısmen, özel sektörde çok başarılı olan şirketlerde ve kurumlarda liyakat sorunu çözülmüştür. Sıkıntı : Kamu’nun tüm kurumları bu duruma ayak uyduramamaktadır. Çünkü en büyük hastalık liyakat yerine konulmuş olan TORPİL kriteridir.
Bilindiği gibi: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası TORPİL kavramını reddetmektedir.
Şöyle ki : “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddesinde: “Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Ayrıca Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde Kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmektedir. Ve yine Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Kamu hizmetlerine girme hakkı” başlıklı 70. maddesinde: “Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.” denilmektedir.
Devlet Memurları Kanunu’nun ( 657 sayılı ) “Temel ilkeler” başlıklı 3. maddesinde: “Bu kanunun temel ilkeleri şunlardır: Liyakat: (c) Devlet, kamu hizmetleri görevlerine girmeyi, sınıflar içinde ilerleme ve yükselmeyi, görevin sona erdirilmesini liyakat sistemine dayandırmak ve bu sistemin eşit imkânlarla uygulanmasında Devlet memurlarını güvenliğe sahip kılmaktır.” denilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 10. ve 70. maddeleri ile Devlet Memurları Kanunu’nun 3. maddesinde görüldüğü üzere, memuriyete alınmada ve görevde yükselmede liyakatin esas alınması gerektiği açıkça belirtilmektedir.
Buna rağmen, özellikle de bazı siyasetçilerin, bazı politikacıların, imtiyazlı olduğu sanılan bazı kişilerin, bazı yüksek bürokratların, güzel Anayasamız yerine ‘’ torpil mekanizmasını ‘’ işletmesi, bu topluma yapılabilecek en büyük düşmanlıktır.
Üstelik yine Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ” başlıklı 11. maddesinde: “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar, Anayasaya aykırı olamaz.” denilmektedir. Yani herkes, Anayasaya uymakla yükümlüdür.
Anayasa, torpil yapamazsınız demesine rağmen, bazı siyasetçilerin ve bazı yüksek bürokratların, Anayasayı hiçe sayıp torpili Türkiye’de uygulamaya çalışmaları, Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğu gerçeğiyle asla bağdaşmamaktadır.
Öyleyse, Liyakat sisteminin temelinde kişinin o işe uygunluğunu belirlemede çok titiz bir ölçme- değerlendirme olmalıdır. Hakkaniyetten, bilimsellikten ve objektiflikten asla taviz verilmeden liyakatli kişinin seçimi yapılmalıdır. Bunun argümanları da “ adaletli ve işe uygun merkezi sınav + merkezi yerleştirme” olmalıdır. Kaynak israfları, bu seçimlerin uygunsuz yapılmasında ve sonrasında daha da artmaktadır.
Aslında, Türkiye’de zaten merkezi bir sınav yapılmaktadır. Ancak kurumlar, bazen bu sınavda adayın aldığı puanı tatminkâr bulmamakta ve kendileri tekrardan sınav yapmaktadırlar. Kurumun tekrar sınav yapmasındaki amaç; merkezi sınavı yeterli görmemesinden dolayı mıdır, yoksa torpil ortamı oluşturmak için bir oyun mudur? Bu soruya net bir cevap vermek zordur. İki hususun da etkisi olabilir, daha doğrusu sistem öyle olmalıdır ki, kimsenin aklına torpil endişesi gelmemelidir.
Kurum amirlerinin atamasında ise ( örneğin bir başhekim atanması, bir kurum müdürü atanması, bir baş mühendis atanması, bir şef atanması, vs. ) çok titiz davranılmalı, o konuda da yeni ölçme-değerlendirme kriterleri belirlenmelidir, aksi takdirde bu atamalar da her zaman torpil endişesi taşıyacaktır.
Burada yapılması gereken, Hak ve Adaleti tesis edecek, liyakati esas alacak bir merkezi sınavın yapılarak, kafalardaki tüm soru işaretlerinin ortadan kaldırılmasıdır.
Merkezi sınav, yılda bir kez yapılmalıdır. Sınav, yazılı ve sözlü olmak üzere iki aşamadan meydana gelmelidir. Memur olmak isteyen herkes bu sınava girebilmelidir. Yaş ve eğitim gibi birkaç temel kural dışında, sınava girişte kısıtlamalar getirilmemelidir. Sözlü sınavda, kişinin geçmişi başka kaynaklardan da sorgulanmalı, kişinin akli dengesinin yerinde olup olmadığı,vatan sevgisi, merhamet duygusu ve fedakarlık ölçütleri sorgulanmalıdır.
Merkezi sınavda yapılan hata ise, okullarda ve üniversitelerde okutulan derslerin bilgilerinin ölçülmeye çalışılmasıdır. Kişi zaten bu okulları bitirmiş, gerekli diplomayı almıştır. Bu tip yanlış sınav soruları, Devletin kurumlarına güvenmemek olur ki, çok yanlıştır.
Diploması olan bir kişinin, mezun olduğu okulda ve üniversitede öğretilen tüm bilgileri öğrendiği kabul edilir. Tabi ki her mezun, bu bilgileri eşit düzeyde öğrenmemiştir. Her öğrencinin diploma notu farklıdır. Zaten bu durum, okul ve üniversite tarafından ölçülmüş ve her öğrencinin, öğrenim bilgisi bir not verilerek diplomada belirtilmiştir. Diploma notuna göre de işe almanın başka mahsurları olabilir, üniversitede vasat bir öğrenci iş hayatında çok çalışkan bir tavır da sergileyebilmektedir.
Kişi, memurluğa alınırken veya görevde yükseltilirken; adayın zekâsı test edilebilir, olaylarda problem çözme yeteneği sorgulanabilir, iş beceri yeteneği, genel kültürü sorgulanabilir. Kişinin temel bilgilere sahip olması yeterlidir. Daha da önemlisi karakter yapısı (memurluk yapmaya uygun mu?) ve kişiliği iyice sorgulanmalıdır. Her şey üst derecede çıkarsa, bu kişi işe alındığı takdirde ülkesini daha iyi bir geleceğe taşıyabilecektir.
Merkezi sınav, ne kadar iyi uygulanırsa uygulansın; devamında merkezi yerleştirme yapılmayacaksa, torpilin önlenmesi mümkün olmaz. Merkezi yerleştirme sayesinde; kurum yerleştirmelerinde ortaya çıkabilecek suiistimallerin önlenmesi ve liyakat esasının tavizsiz bir şekilde uygulanması sağlanabilir. Her kurumun kendisinin, personel alımı yapmasının ne mantıksal ne de bilimsel hiçbir izahı yoktur, böyle bir uygulama torpil endişelerini içinde barındırır.
Ayrıca aynı işi özel kurumların daha az personelle yapmaları üstelik çoğu zaman kamu’dan daha iyi hizmet vermeleri ve vatandaş tarafından tercih edilmeleri, kamu’nun personel sayısını da gözden geçirmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Torpil şüphesi taşıyan bir örnek sunalım: Yazılı sınavdan 95 puan almış bir adaya, sözlü sınavda 25 verilerek, ortalama başarı puanı 60 olarak belirlenebilirken, yazılı sınavdan 70 puan alan bir adaya sözlü sınavda 90 puan verilerek, ortalama başarı puanı 80 olarak belirlenebilmektedir. Böylelikle yazılı sınavda alınan yüksek puan, sözlü sınavda düşük puan verilerek, ortalama başarı puanı düşürülmekte ve yine tam tersi olarak yazılı sınavdan alınan düşük puan, sözlü sınavda verilen yüksek puan sayesinde ortalama başarı puanı yükseltilmektedir.
Bu durum ister istemez, torpil şüphesi oluşturmaktadır. Torpilin önünü kesmek için öncelikle yapılması gereken, mülakat komisyonlarının puan vererek adayların başarı sıralaması ile oynanmasının önüne geçilmelidir.
Bir an için mülakat komisyonlarının, torpil için değil de; gerçekten objektif bir şekilde ve Hakkaniyetle personel seçmek için kullanıldığını düşünelim. Ne kadar objektif olmaya çalışırsa çalışsın, en nihayetinde mülakat komisyonunu oluşturanlar da insanlardır. İnsanların anlık, hatta saniyelik değişen duygu ve düşünceleri vardır. Bu değişimi etkileyen birçok faktör olabilir. İnsan, özel hayatından birçok şeyi taşır iş hayatına. Stres, yorgunluk, ruhsal problemler, ailevi nedenler, çevresel faktörler ve benzeri daha birçok sebepten ötürü insanlar herhangi bir konuda karar verirken tutarsızlık gösterebilirler. Kişiler, benzer konular hakkında karar verirken her zaman aynı hassasiyete sahip olamayabilirler.
Hatta başka bir örneği de zaman dilimi ile verelim; mülakat komisyonunun karşısına sabah saat 9.30 ’da çıkan adayın durumu ile mülakat komisyonunun karşısına öğleden sonra saat 16.30’da çıkan adayın durumu bir olur mu?
Günün yorgunluğu, rehaveti ve birçok kişi ile yapılan mülakatın yıpratıcılığı üst üste bindiğinde; mülakat komisyonu, puan baremleri arasındaki hassasiyetini ne kadar muhafaza edebilir. Sabah mülakata ilk giren adaya 70 puan veren mülakat komisyonunun, öğleden sonra mülakata son giren adaya vereceği 80 puan arasındaki 10 puanlık farkın objektiflik ve hakkaniyet kıyaslamasındaki doğruluk payı ne olabilir?
İşte bu nedenle insani faktörleri ortadan kaldırmalıyız. Mülakat, puan alınan bir sınavı olmamalıdır, ‘’memuriyete uygundur veya değildir’’ denmelidir.
Bu nedenle; mülakat komisyonu, sözlü sınavda puan vermek yerine, sadece olumlu ya da olumsuz değerlendirmede bulunmakla yetinmelidir. Bu durum torpil endişesini de ortadan kaldıracaktır.
Sözlü sınavın, torpile açık kapı bırakmasının bir başka nedeni de; bazen mülakat komisyonlarının liyakatli olmayan kişilerden oluşturuluyor olmasıdır, bu da tüm torpil iddialarını güçlendirecektir. Bunun önüne geçmek için, Türkiye genelinde ‘’ hiç kimseden emir almayan ve hiç kimsenin kötü emellerine alet olmayan kişilerden oluşturulacak liyakatli mülakat komisyonlarından ‘’ üye havuzu oluşturulmalıdır. İşinin ehli uzman kişilerden oluşturulacak bu havuzdan, ihtiyaç oldukça kura usulü ile mülakat komisyonlarına üye seçilmelidir.
Liyakati esas alan bir mülakat değerlendirmesinden olumsuz sonuç alan bir adayın, yazılı sınav puanı ne kadar yüksek olursa olsun, memur yapılması doğru olmaz. Diğer yandan yazılı sınav puanı çok düşük olan birisinin, sırf mülakat değerlendirmesi iyi sonuçlandı diye memur yapılması da doğru olmaz. Yazılı ve sözlü sınavların sonuçları birbirini desteklemelidir ve birbirleri ile çelişmemesi gerekir.
Sözlü sınava torpil karıştırılmadığı sürece, yazılı ve sözlü sınav değerlendirmeleri muhakkak birbirleri ile uyumlu olacaktır.
Sözlü sınavda torpilin önüne geçmek için dikkat edilmesi gereken diğer bir önemli husus da; mülakat komisyonu üyelerinin, sözlü sınava girecek adayların gerçek isimlerini bilmemesidir. Üye, sözlü sınava giren adayın gerçekte kim olduğunu öğrenmemelidir. Üyeler, sadece kendileri için üretilmiş aday numaraları ile adayları tanımalıdır.
Sözün sonu: Liyakat ülkemizde mutlaka yaygın olarak tesis edilirse, en büyük düşman olan torpil en derinlere gömülürse, ülkemiz geleceğe çok daha güvenle bakabilecektir.
Uzm.Dr.Ali COŞKUN