RIDVAN AYDIN


YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM BİRİNCİ BÖLÜM


“Göktuğ, duyuyor musun beni? Sıksana artık şu lanet olası sandalye fırlatma tetiklerini! Atla, atlaaa!..” haykırıları; kırk beş bin [1]fit (feet) yükseğinden, irtifa kaybına başladıkları göğün; artık son sekiz bin fitlerine ulaşmış, bir savaş uçağı [2]kokpitinde, peş peşe uçuşup durmaktaydı… 

 

Belli ki artık yaşam hakları, sözüm ona uygarlaşmış 20. yy. teknolojisinin, paslanmış metalik vicdanına terk edilmişti! 

 

Oysaki, daha yirmi altı dakika önce bir coşkuyla yoluna koyuldukları Bulutlar Diyarının mavi yaylalarında, nasıl da doludizgin, yerkürede bıraktıkları hayat kadar, nasıl da gümbür gümbür akarındaydı her şey!..

 

Yakın geçmişinin, zorlu bir görev uçuşuna kayıtlı dilden dile söylencesi, ağır sabıkalıydı Vietnam günahkârı uçan tabutun…

 

Motoruna sırnaşmış azılı bir yangının can havliyle kapağı, zar zor yere atmıştı. 

 

İlgili atölyelerde, yaklaşık bir yıl geçirdiği teknik operasyonlarla hurda mevta olmaktan, kıl payı kurtulmuştu. 

 

Sonrasında, 8’inci ‘Ana Jet Üs Test Uçuş Hattı’nın, en bilge ustalarından, Tahir Başçavuş ve ehil ekibinin, sıkı kontrollerine bırakılmıştı…

 

Görev söz konusu olunca, yılların Tahir babasında akan sular dururdu. 

 

Hava Kuvvetlerinin, kendi dönemlerine anıtlaşmış birçok emektarları gibi O da savaş uçaklarının madeni ruhlarını, kendi medeni ruhlarıyla adeta harmanlayanlardandı.

 

Uçuş hattı ve [3]Motor Takat Peninde, ekibiyle birlikte geçen zamanların günlerce, gecelerce süren uçak yer testlerinde; en ufak bir ayrıntıyı atladığı, en küçük bir marazı gözden kaçırdığı asla görülmemişti. 

 

Özellikle motorundan sağlık kontrolüne alınacak ambargolu gök yayla psikopatının, hayati önem taşıyan yerküredeki son uçuş hazırlıkları da nihayet tamamlanmıştı. 

 

Diyarbakır’dan kükreyerek tırmaladığı mavilikleri, azgınca yarıp yırtmış, Urfa-Harran göklerindeki Test Uçuş Sahası’nın kırk beş bin fitlerine, az önce varmıştı. 

 

Pilot efendilerince, akla hayale gelmeyen en azaplı işkencelerin, olmadık parametrelerine oralarda zorlanmış, olmadık manevraların, olmadık zulmüne oralarda uğramıştı. 

 

Velhasıl koca azman, fabrikasından doğduğuna da test uçuşuna çıktığına da oralarda bin pişman edilmişti… 

 

Ve birden olan olmuş; oralarda suspus olmuştu dünya!.. Öncesine belirti bırakmadan, bir sinsice durmuştu… 

 

Mahşer kendini kurmuş, zaman paniklemişti. Vakti yok gibi koşturuyordu.

 

Olanca sevecenliğini bir yana fırlatan hayat, gök uçlarda hoyrat saldırılara geçmiş, alttan alta Azrail efendiye yaltaklanmaya başlamıştı... 

 

Akreple yelkovanın kalp atışları tedirgindi… Sanki bir yerlerin telaşlı hazırlığı içindelerdi!.. 

 

Devran; arşiv kaydına başladığı yeni yılın, ikinci ayının, ikinci yarısının son haftasını, olanca gücüyle harcamakla meşgulken; eli kulağındaki ilkbaharına hazırlıyordu Diyarbakır coğrafyasını. 

 

Hava lojmanlarının kaldırım kenarlarına sarkık, badem ağaçlarının birkaç yeni yetmesi; doğasına zamansız fıkırdamış, bolca tazeliklerin, toyca güzelliklerini servis ediyorlardı...

 

Dişiliklerinin olanca zayıf boşluklarını, şımarıkça ele veren bu şaşkın alıkları; Şubat sonlarının, âlemleri o kandırmaca bir şefkatle saran, hovarda karakterli güneşine, pervasız bir içtenlikle uçmuş dallanmışlardı.

 

Tomurcuk dudaklarına, cilveyle yükledikleri çiçeklenmelerin erotik duygularını, açılıp saçıldıkları yanlışlarına uzatarak, mevsimsiz fingirdeyişlerin, ayartıcı hallerini kırıtıyorlardı… 

 

Oysa şu akıl sır ermez kozmosun bir yerlerinde, pusuya yatmış karakış artığı serseri günlerin, olası hoyrat yakarlığından, belli ki henüz bihaberlerdi!.. 

 

Lakin hangi yasak çekici, hangi güzellik kışkırtıcı, hangi günah alımlı değildi ki?.. 

 

Bazı sevdaların hesapsız kimyası da bu değil miydi? Kapıldığı yasaklar, bulaştığı günahlarla ansızın, düşmez miydi gönüllerin en mahrem sokaklarına?.. 

 

Varsa yasağı öykünüzün hayatla paylaşılmamış, ya da şiirsel pasajları saklınıza sığınmış; eksik kalmaz mıydınız? Sahi dokunmaz mıydı, kuytunuzda yarım kalmışlığınız?

 

Yüzbaşı Serhan’la Üsteğmen Göktuğ, gök maviye apansız kurulmuş, O kara cehennemin ortasına düştüklerinde, kıyametin kırk beş bin fitleriydi. Göğün yaklaşık,  on üç bin yedi yüz metreleri… 

 

Evrenin başka âlemlerine de göz koymuş insan türünün; bu yerinde bir türlü durmuyor, duramıyor oluşunun diyetine, ait olmadığı mekânlarda böylesine ağır bedeller ödemesi, yoksa tasarımının sadece yer yuvarla sınırlı kalmasına mı saklanmış olsa gerek!

 

Not; Her Çarşamba, Ünye Kent Gazetesinin dijital dünyasında, her Perşembe ise fiziksel bir sayfasında, Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek… 

 

Dünya dualarımız, hayat dileklerimizce olsun!

 

 

 


 

[1] 1feet (fit); 30.48 cm.

[2] Pilot kabini

[3] Motor gücünü test etmek için ayrılmış özel saha

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593