RIDVAN AYDIN


YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM (42)


… Hava Harp Okulu sonrası, elemeli eğitimi yaklaşık iki yıl süren Uçuş Okulu üç aşamalıydı. Başlangıç Eğitimi 123 Filonun, T-34 pervaneli; Temel Uçuş Eğitimi 122 Filonun, T-37 çift motor Jet; Tekâmül Eğitimi ise 121 Filonun, T-33 tek motor Jet uçak tiplerindeydi. 

                                                

Yzb. Budan, 1972 yılı Uçuş Okulunun T-37 eğitimini birinci, T-33 eğitimini ise ikinci olarak bitirmişti. Kaç yıl var ki, gezegen göklerinde edindiği paha biçilmez deneyimi, derece yapmış uçma yeteneğiyle ustalığa şekillenmişti. Demekti ki göklerin dost davranmayan zor anlarından, kurtuluş çareleri geliştiriş usul ve üsluplarında hayli üretkendi. 

 

Zira gök belalarla baş edebiliş, çok boyutlu düşünce fırtınalarıyla ön planlamaların, sağlıklı mecburiyetini gerektirirdi. Savaş gökleri gönüldeş kafadarlarına, olası başa gelebileceklerin gerisinde asla kalmamayı ezberletirdi. Dar anların, aniden patlamış musibetleri, kokpitleri çözüme kışkırtan aritmetikti. 

 

Umuda tükenişlerin daral varlığı, pilotunda harekete geçme enerjisini dürtüler, felaketle hesaplaşmayı dirileştirirdi. Bir yanıyla da başa gelenin acil alınan önlemlerinde, yoğun beklentiler içine kesinlikle girmemeyi öğretirdi.

 

Yzb. Budan’ın o anlardaki uçuş kombinezonu; göklerden yeryüzüne yeni inmiş meslektaşlarının, hani neredeyse her görev sonu, sırılsıklam olmuş kombinezonlar benzeriydi. Onlar gibi, karşılıksız yurt sevdası döktüğü, onurlu terler içindeydi. 

 

Savaş pilotluğu gökleriyle sivil gökler birbirlerine pek benzemezlerdi. İnsanlığın uygar bilgisayarlarla donatıp, ticari göklere koyduğu konforlu makineleri; asgari çift pilot ve çok bilgisayar donanımlı çift otopilot üretmesi; zaten göksel farklılığın, bilimsel ispatlı mimarisiydi. 

 

Savaş uçuculuğu, sıra dışı farklılığın; yaşanmayınca pek algılanamayan mutlak gerçeğiydi. Hayatın sunduğu krediyi, gök yaşamın her anında, yurdu için harcamayı yaşam tarzı bellerdi.  Neredeyse Azrail huzurunda yapılması zorunlu her görevin; ölüme komşu doğası gereği, mesleki ehliyet ve liyakatte, kimin ne kadar olduğunu derhal ortaya koyabilen göklerdi, savaş gökleri… 

 

Vicdanlı yüreklerde bu yüzden onurla imrenilesi, bu sebeple takdir edilesiydi. Kaçak güreşenlere hiç mi hiç yüz vermezdi. Maskesini şipşak indirir, eksikli yanını derhal teşhir ederdi. Uçulan her görevin her türünün her anının, görsel videolara kaydediliş gerekliliği, ilgilisine yeryüzünde dobra dobra sergileyiş yüzleşmesiydi… 

 

Savaş pilotluğu, mesleki defoları tez zamanda rende rende törpüleyiş; refleksleri yeteneğe geliştiriş; gök hayatı bir başına deneyime biriktiriş mecburiyetiydi. Göklerin en belalı dayatmalarında bile, kumandası altındaki makineyi, tek başına emniyetle uçurabilme yetenek, beceri ve yürekliliği isterdi. Hem alçak, hem yüksek göklerin olanca boyutları, meslekte yazılım pilotluğunu değil, illa ki operasyonel bir profesyonelliğin, kesin sonuç odaklı sürecini gerektirirdi…

 

Savaş pilotluğunda bazı bazı kaçak güreşenlerin; Ticari Havacılığın, bürokratik havacılık belgeleriyle yürütülen, çift pilot çift oto pilotlu göklerinde, çoğunlukla as oluşları bu sebepleydi. Çıkar amaçlı damardan yaklaşımlar, liyakate kurgulu savaş pilotluğunda kendini çabuk ele verirdi. 

 

Hakşinas doğasıyla dürüst bağrında, kötü örneklere prim yaptırmaz, ceket iliklemeli eğilip bükülmeleri asla ödüllendirmezdi. Savaş göklerinin her türlü hava koşulu ve her düzleminde, korkusuzca görev yapabilen asları; çok pilot, çift oto pilotlu sivil göklere fazla gelirlerdi. 

 

Bir vakitlerin savaş göklerinden taşan yetenekli yürekleriyle ticari kokpitlerin, düz uçulup düz inilen sakin uçuş hayatlarına devam eder giderlerdi. Tepeden inme siyasi sistemlerin, liyakat özürlü idari kadrolar dışına itilmeleri, mesleklerinde başarı dolu askeri geçmişlerinin, siyasete pirim vermediğindendi.

 

Sivil göklerin, paralı eğitimle sahip olunabilen ticari pilotluk lisansı; yapay zekâ, bilgisayar konseyli çok pilot, çift oto pilot kokpitlerine rahatlıkla yetebiliyordu. Askeri gökleri, 7/24 harbe hazır tutan pilot diplomasına ise sürekli yoğun elemeli uçuş okulunun, sadece harp sanatlarına eğiten kimliğiyle ulaşılabiliyordu. 

Savaş gökleri, gök hayatla iletişimin en kusursuz olanını yeğlerdi. 

 

Başınız bir gök belanın içindeyken, bir yerlerde yanlış yapıyorum galiba diyorsanız, iş işten geçmiştir bile. Göçük, çoktan varmıştır yakın mesafenize. O günkü listesinde olup olmadığınızı bilmeseniz de, artık iki nokta üst üste… Kokpitten kaldırın kafanızı, belki de göz göze gelirsiniz Azrail efendiyle.

 

Hayat bazen size tüm kapılarını kapatmış görünse de; tansiyonu yükseltmek yerine, kanı soğuk tutmak takınılacak tavırların en iyisiydi. Olaylar karşısındaki asaletiniz, biyolojik olarak taşıdığınız hipofizin, psikolojik salgı gücüne bağlı olsa da; oralara kopmuş bir hayat fırtınasının provakatif emareleri, size illa ki doğru kararların, doğru adımlarını attırmalıydı. 

 

Her şeyi altın tepsiyle sunan bir hayata katlanmak, mutsuzluklar coğrafyasının ana girişi olmaz mıydı?

 

Zor olanın kalıcı hazzı, kolay kazanımların geçici mutluluğundan, çok daha nitelikliydi. Özcesi, hayat dalaşlarında yaşanılan duyguların, apansız ivmelenen debisi, daha bir besleyiciydi. Zira çaresizliğin çözüme muhtacından, ikilemsizlik ihtiyacı doğardı. Aldığınız kararların noksansız doğruluğu, kendi içinizde tartışılmaz olmalara zorunluydu.

 

Gün yoğun geçmişti. Cuma namazına bile gidecek vakti olmamıştı. Cumhuriyete sevdalı, laik ilkeler bekçisi birçok savaş pilotu gibi Yzb. Budan’ın da inancı da, yaratıcısıyla kendisi arasındaydı. Din ve mezhepleri endüstriye çevirenlerin yobazlıklar ekonomisine karşı çıkıyor diye cumhuriyetçi Asker, ne acı ki oldum olası, dinci bezirgânlarla din düşmanıymış gibi gösterilmeye çalışılmıştı. 

 

Oysaki her Askeri Garnizon ya da Ana jet Üs sınırları dâhilinde, ya bir Cami ya da bir Mescide mutlaka rastlanırdı. Oralarda, İslam dininin ısrarla “bilim ve ilim yapan bizdendir” önermesine sağır kalmış kesimlerin yaşadıkları bağnaz doğmalar değil; Oralarda, Müslümanlığın yaşanması gerekenleri yaşanırdı. 

 

Aslında Askeri bölgelerin hiç değilse yılda bir iki kez, topluma açık alanlar olmayışı, siyasi söylentilere bilerek veya bilmeden fırsat verilişiydi. Gelişmiş ülkelerde ebeveynleri bilgilendirmek ve çocukları görev almaya yönlendirmek amacıyla askeri garnizonlara gezi programları düzenlenirdi. 

 

Gezi çerçevesinde otobüslerle getirilen anne babalar, burada yetkililerce karşılanırlardı. Üs hakkında sunulan bilgiler sonrasında, yasak olmayan bölgeler konuklara bir bir gezdirilirdi. Toplum asker hakkında bilinçlendirilirdi.

 

Yükseklerin bakanına kıpırtısız duran yer küresi, derin bir süzülüşün mecburen harcanmış irtifalarıyla hareketlenmeye başlamıştı. Durmuş motorla belirsizliğini koruyan pisti tutturabilme olasılığı, bu hareketliliğin içlerine saklıydı. 

 

Budan yüzbaşının hayat için birazdan vereceği karar, son kararıydı. Ya paraşütle atlayacak ya da piste iniş yolunda hayatla hesaplaşmasına devam edecekti. Her iki olasılıkta da umulmadık hayal kırıklıkları yaşamak ya da yaşamamak; belli ki o an yakınlardan seyreden Azrail hazretlerinin tasarrufundaydı. Daha doğrusu, yüceler yücesi efendisinden aldığı emrin, ilahi içeriğine bağlıydı.

 

Havada motor çalıştırabilmelerin en iyi sürati olan 220 Nat (Knot) hız, kazazedesine yerde en iyi mesafeyi de kat ettiren bir süratti. Konya pistine doğru süzülürken, gün ikindiye devriliyordu. İyimserliğin yaratıcı gücüne sıkı sıkıya sarılmaktan öte bir çaresi kalmamıştı. 

 

Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593