… Yurt sevdası olarak gökleri gönlünde taşıyanlar; ettikleri yemine sadakatli insan türünün, hakkaniyet duyarlı vicdanları, “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesinin, kalpten dolu dolusuydular.
Öykülerin sevgili Azrail’le, kuralların kanla yazıldığı savaş pilotluğu; “Dosta güven, düşmana korku salan” mesleklerin başında seyrederdi. Alnının akı, yüreğinin can feda “demir kubbe” katmanıyla gönüllerdeki sevgin ve saygın yerini, liste başı sürdürmesi işte bu yüzdendi.
Az öncenin, korkunç bir patlamayla apansız hortlamış illeti; Vietnam göklerinde ölüm yağdırmış, barbar emperyalizmin kuduruk artığını, gök uçlarda kötürüm bırakmış, uçmasına nüzul indirmişti. Eden bulur, yapan görürdü ama belasını masum ve mazlum insanlara bulaştırması, hiç de hakça değildi!..
Güçten tamamen düşmüş koca azmanın bedeninde, yükseklerden ancak mecburi süzülüş dermanı kalmıştı. Pilot efendisinin, acilen uyguladığı çalıştırma teşebbüsüne, sağır ve dilsiz tavrı yetmezmiş gibi, anatomisinin ilgili tüm göstergeleri de kendi teknolojik akıllarınca, yangın ikazı vermeleri ihmal etmemişlerdi…
Gök yangınlar ki motor durmaların tuzu biberi, ölüm kavşaklarının; yağlı kara, püsküllü bela afetleriydi. Yzb. Budan, kanatlı bir sarsağa dönüşmüş metal yaratığı; yitirdiği yüksekliği sürate çevirecek bir planör benzeri, derin bir dalışa yöneltti.
Ancak bir böylelikle kazandığı süratle burnu tırmanışa koyarak, egzoz ve yanma odalarında birikme ihtimali, yangına sebep olabilir yakıtı, egzozdan akıtmayı denedi. Akabinde, kitabi gereği 220 1Nat (407km) olan bir süzülüş elde ederek motor çalıştırmaya yeniden koyuldu.
Demir mevta bana mısın demedi. İnatçı suspusluğu, hayra alamet değildi. O an aklına gelip de düşünmek bile istemediği tek olasılık; sözde müttefik özde ambargo ihanetinin, kim bilir nerelerini dağıttığı bir jet motorunun, çalışma ihtimalinin asla olmayacağıydı.
Motor felci sebebiyle, hiç değilse süzülebilsin diye Yzb. Budan; gerek uçuş kumandalarına gerekse birinci derecede uçuş aletlerine, kısmen de olsa, hidrolik ve elektrik sağlayan 2RAT’ ı devreye koydu.
Ağırlaşmış kumandalara normal hâkimiyet, an be an hantallaşsa da yuvası Ana Jet Üssüne doğru, yaralı süzülüşüne devam ediyordu.
3“Ferman 4Ejder Sekiz Üç”
“Devam edin Ejder Sekiz Üç”
“Ejder Sekiz Üç, Test Uçuş sahası, 35 bin fit (10 bin 700m) motor durdu. İki çalıştırma teşebbüsü başarısız! Görüneni yok ama olası ki uçakta yangın çıktı. Meydanı tutturabilirsem eğer, “Mecburi İniş Paterni” ile inmeyi deneyeceğim” dedi.
Konya kule aceleyle cevap verdi;
“İfadeleriniz anlaşılmadı tekrar edin!”
Yenisinin şarj ömrü, sadece 20 dakika olan Batarya; Yzb. Budan’ın elinde kalan tek elektrik kaynağıydı. Bu yüzden yerküreyle iletişimde ekonomik davranmalı, gücünü bataryadan alan telsizi kısıtlı kullanmalıydı.
“Beni duyan varsa, dediklerimi kuleye tekrar etsin!” dedi.
Atış Bombardıman Okulunun 132. Filo öğretmenlerinden Yzb. Celal Karabaş, duyduklarını kuleye eksiksiz tekrar etmişti...
Motordan beslenen kokpit basıncının anbean yok oluşuyla Yzb. Budan’ın kulaklarında ağrılar başlamıştı. Sabahların, günlük uçucu muayenesini yapan uçuş doktoru, hafiften bir gribal enfeksiyon başlangıcı olduğunu kendisine zaten belirtmiş, uçmamasını önermişti. Bari uçuş öncesi doktorundan habersiz, hiç değilse bir burun spreyi kullansaydı!
Olan gayet doğaldı. Kesin kurallarına uymayanlara bilimin, kendini ıstırap çektirerek anımsatmasıydı. Lakin yüzölçümü yurtsever yüreklerde mesleki tiryakilik, bağımlılık ötesiydi. Tedavisi asla mümkün değildi. Bu türlerin göklerde görev yapanları; yeryüzüne göre yaratılmış oluşlarına rağmen yeryüzünde yabancı, yeryüzünde huzursuz, yeryüzünde yarımdı.
Sanki bünyeleri yerküreye uyumsuzlaşır, hatta işlevsel 5motor becerileri yeryüzünde bazı bazı aksilikler bile çıkarırlardı. Yıllar yılı durup durup gökyüzüne koşturmaları; derin okyanusların yaşamı gibi, oralarda solumayı yaşamlaştırdıklarındandı.
Budan yüzbaşının günlük uçuş muayenesinden, neredeyse yalvar yakar uçabilir alması, işte bundandı. Rastlarsanız bilimsel liyakatli uçuş doktorlarına; mangal yürek savaş pilotlarına yuvalanmış, saplantılı uçma doyumsuzluklarını, size toplumsal gerçekçi bir dürüstlükle anlatırlardı…
Pervasız uçucular için gök diyar varoluşun, ultra sanat sergilemiş gömüsü; payidar mavisi özgürlüğün, büyülü ölümsüzlüğüydü. Göz göre göre insanı ayartan aurası, yankılı sonsuzluğun kendine vurgun kılan karizması, hiç mi hiç eksik olmazdı göklerin. Hipnotize eden felsefi manyetizması, hayatla kucaklaşan edebi ambiyansı, bitimsiz ilhamıydı derin düşünürlerin; kültür, sanat hatta tüm bilimlerin!..
Gün gelip de yaş haddinden kırmızı kart yediğinizde kanatsız, uçmasız, heyecansız; kahra keser yeryüzünde bir başına kalakalışınız. Sokakları yalpalıydı dünyanın, birbirine dolaşırdı ayaklarınız. Duygular flulaşır, öteki yarınızı arardınız, göklerin kaç yıllardır dünlerine bıraktığınız!..
Konya pisti için Yüksek Kilit, meydan üzeri 15 bin fitler (4 bin 572m ) civarıydı. Mecburi iniş paterninin, durmuş motorla giriş kapısını belirleyen bu temel nokta yakalanamamışsa, uçağı yerleşim alanlarının dışına doğru yönlendirip atlamak, her savaş pilotunun hem etik hem yönergesel yaptırımıydı. Yzb. Budan da uçağı atış sahasına doğru yöneltip atlayacaktı.
Gökler coğrafyasının her karışı, hatta barış için savaşan her uçağı; kazısı yapılası bir edebiyat höyüğü; her koordinatı, el değmemiş belgelerdi tarih dehlizlerinde...
Anılası her kahramanını, yazılası her karakterini, hani nerdeyse her gün; öykü-öykü, roman-roman, şiir-şiir bağrının katmanlı gizlisinde taşırdı.
Edebi anlatılar bazı karakterlere öykülenmiş olsa da söylencesi bulutlar diyarının, çoğu kahramanlarca birebir yaşanmış ya da yaşanması her an olasıydı.
Dönemlerinin tarihi kahramanları, mesleğin olanca pusularına teğet geçebilirse eğer; otuzlu yaşlarda ancak bir Renault arabaları, belki ellili yaşlardaysa 6OYAK’tan mütevazı bir evleri olması, tok gözlü hayalleriydi. Ama yeniden meslek seçme hakları olsa, çoğu yine aynı mesleği seçerdi.
Gök diyarda mevsimler hep aynıydı. Hayatsa Azrail efendiyle koşuşturma dünyası!.. Bazen de ciğer dağlama 7ritüelleriydi umarsız ve zamansız… Bayrağa sarılı tabutlardı, bir cami avlusundan, yanardağ yüreklerle uğurladıklarınız...
Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…