RIDVAN AYDIN


YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM İKİNCİ BÖLÜM


Harran semaları, alabildiğince uzanan sınırsız bir mavinin, konuşkan sessizliğini öykülüyordu…

 

Yzb. Serhan-Ütğm. Göktuğ, atmosferin kırk beş bin fit, o 13 bin 700 metre yükseğinde tutuldukları umarsız, ani bir felaketi süzülüyordu. 

 

Ulaşmaya çalıştıkları yer yuvar mevsimsel panikteydi… 

 

Toprak Ana, rahminde büyüttüklerinin doğum sancılarına durmuştu. Bulup buluşturarak, takıp takıştırarak flörte ayaklanmış frapan bir baharın, makyajında yapılacak, hala çok işi var telâşı içindeydi. 

 

Doğanın giz dolu oyunları, adına mevsim denmiş sahne sanatlarının doğurgan ikliminde, her dem kıpır kıpırdı. Uçlarda gezinen coşkulu duygularda, eski olan ne varsa kendini yenilemeye koyulmuştu. 

 

Görünen ki her mevsim, her taze gün, yeni bir hayatın başlangıcı, oysa ömrün büyülü geri sayım sayacıydı… 

 

Her diriliş, zamanı geldiğinde, sanki geçmişin kendine ait eski bir göçüğünden yenilenerek, geleceğe yeniden yineleneceğini anıştırıyordu. Tomurcuklar misali her umudun; çiçeklenmesini beklediği bir zamanın, o hiç umulmadık bir anına ansızın açıvermesi gibi!.. 

 

Aşağılar, rengârenk fırçasından yaşam tuvaline dökülmüş pitoresk[1] hayatın, realist bir tablosuydu. 

 

Zamanı geldiğinde takıp takıştırmayı, sürüp sürüştürmeyi, nasıl da severdi haspa dünya!

 

Gök diyarların metal kanat yaratıkları, o bazen hiç kanat çırpmadan süzülüp giden, iri kuşları andırırlardı. Ağırlık ve gövde yapılarına bağlı olarak farklılık gösterseler de motorları durduğunda, içinde uçtukları Troposferin yükseklerinden, yenik düştükleri aşağıların yer çekimine, taş gibi çakılmazlardı. 

 

Siyasal İslam’ın, mevki makam ve servete üşüşerek sömürdüğü Hakiki İslam’ın, kutsal kitabı Kur’an’da bildirilen “yedi kat” göğün, en alt katmanıydı bilimsel adıyla Troposfer. Yine Kur’an’da bildirilen, Eşref’i Mahlûkat da [2]Esfeli Safilin de göçeri dünyanın, bu katmanına yuvalandırılmışlardı. Velhasıl marazi çıkarların; günah yüklü dinci hurafeistleri de sözde Atatürkçü geçinen, söylem çerçileri de epeyceydi bu katmanın.

 

Çok nadir de olsa motorları durduğunda, kanat alanı geniş uçaklar daha uzun, dar uçaklarsa daha kısa bir süzülüş yeteneğine, bu katmanda sahiplerdi. Anatomilerindeki [3]planör bakiyesi süzülüş performansları, yerde kat edecekleri mesafeyi belirlerdi. Kanat, gövde ve motorların üretim aşamasındaki aerodinamik mühendislerince hesaplanan bilimsel verileri, ilgili uçak tiplerinin başvuru kitaplarına cilt cilt konarak, adeta yasalaşırlardı. 

 

Güvenli çalışma titizliği içindeki teknokratların, özellikle uçuran yurt sevdalı saygın emekleriyle pervasız uçanların, çok iyi bildikleri bazı tümel yasaları da vardı gerçek hayatın. Genel mühendisliğin, adlarına Mörfi dediği bu yasalar; 1949’lu günlerde, roketler üzerine de çalışmış Edward A. Murphy isimli bir mühendisin, olasılık tezleriyle ünlenmiş kuramlaşmışlardı. 

 

Amerikan Hava Kuvvetlerince, insan bedeninin en fazla ne kadar ivmeye dayanabileceğini belirleme deneyine Murphy, eğitimli bir mühendis olarak görevlendirilmişti. Oldukça pahalı olan bu devlet projesinde, pilot bedeninin “16” noktasına akselerometreler (hızölçer) takılmıştı. 

 

Teknik elemanlardan biri, bu duyarlı ölçüm cihazlarının 16’sını da yanlış bağlamayı becerince; hayata dair yasalaşacak ironik söylemlerini, bir basın toplantısıyla ilk kez açıklamıştı Bay Murphy. 

 

“Eğer bir işin yanlış yapılma olasılığı varsa; ne kadar imkânsız olursa olsun, bu olası yanlışlık, her an yapılabilirdi.”  Daha yaygın bir ifadeyle “Ters gidebilecek her şey, ters gidecektir!” diyordu… 

 

Oldubitti güçlüden yana [4]NATO’nun, olası ki amansız ambargosundan aldığı ağır yarasıyla buralarda, bu böylece kötürüm kalmış bunak da imal edildiği fabrika kitaplarının, aerodinamiksel aritmetiğine göre süzülecekti.

 

Metal alaşımlı dinozor, süzülüşle geçeceği irtifaları, beklenmedik karşı rüzgârların geçimsiz gadrine kaptırmazsa; ölü motoruyla gök kubbeden her bin fit (304m.) yükseklik kaybedişte, yer kürede de iki mil (3704m) mesafe kat edecekti. 

 

Yani bir dik üçgen hipotenüsünden, her 304 metre süzülüşü, alt kenarında da yaklaşık dört kilometre gidiş mesafesi sağlayacaktı.

 

Geometrik Aritmetiğin, trigonometrik verileriyle demekti ki Serhan-Göktuğ ikilisi, bulundukları kırk beş bin fit yükseklikten, yaklaşık 90 mil yani (166 km) süzülebileceklerdi… 

 

Oysaki Diyarbakır’a mesafeleri, sadece 40 mildi (74 km). Bu da durmuş motorla dahi, iniş pistine rahatlıkla ulaşabileceklerinin bilimsel bir kanıtı, voltajlamış yürekleri, coşkuyla dinginleştirecek sevinciydi.

 

Şubat göklerinin türlü türlü bulutları, dünya gezegeninin canlı varlıkları gibiydi. İklimsel kimlikleri, gelgitli duyguları, ruhsal kimyaları, bitimli ömürleri vardı...

 

Bulutlar diyarının Eylüllü olanları hüzünlü; kışa doğmuşlar karamsardı. Baharlılar doğurgan, yaza durmuşlarıysa bazı bazı hiddetli, dahası felaketli ve yıkımsal azametli olurlardı... Velhasıl bazıları öfkeli, bazıları heybetli, bazılarıysa şiddeti çakar dururlardı. Ama nihai toplamda yeryüzüne hayatı, bereketi, şefkati ağarlardı. 

 

Sıkletlerine göre sınıflara ayrılan sporcular gibi adına uçak denmiş, alıcı metal kuşlar da iniş süratlerine göre, alfabetik kategorilere ayrılmışlardı. Tasarımlandıkları A, B, C, D, E kategorileri, onların kimliksel klasmanlarını belirliyordu. 

 

Dünya uçaklar familyasının en yüksek kategorisi olan “E”;iniş sürati 166 Nat[5] (308 km) ve üstü olanlar içindi. 

 

Son yaklaşma süratiyle türünün “E”kategorisini bile zorlayan bu metal azmanın, özgün yasaları gereği, araziye inişi kesinlikle tavsiye edilmiyordu. 

 

Serhan-Göktuğ kokpiti; illaki Diyarbakır meydanının Ana veya yedek pistine ulaşmak… Ya da kısa kalırlarsa paraşütle atlamak… Veya atlayış başarısız olursa, kurtuluş ümidinin elde kalmış son kırıntısını harcamak… Yani hayatı tehdit hatta tahdit edecek, ağır hasarlarla bile olsa tutturabilecekleri bir çorağa, “mecburi iniş” yapmak zorundaydı. 

“Bağımsızlık benim karakterimdir” ilkesiyle harami emperyalizmi, dünya tarihinde ilk kez dize getirmiş, çağdaşlaşma öncüsü evrensel bir dehanın, o yıllar Türkiye’si, gezegenin uçak ihraç edebilen beş ülkesinden biriydi. 

 

Fakat sonrasının, Abrakadabra siyasetiyle dokunulmaz meşruiyetler, zümresel ve zirvesel ayrıcalıklar kapmayı ilke edinmiş, saltanatlı siyaset tellallarıyla gökler de yeryüzü gibi, ne yazık ki dış güçlere bağımlı hallere düşürülmüşlerdi.  

 

Bu da yetmezmiş gibi her geçen gün, küresel ağalarına uydulaşarak adeta müritleşmiş iktidarların, kartlaşmış [6]Şeytanirracimleri… Sızma cehalet ürettikleri, her karışı şehit kokulu topraklara, sandıktan çıkanı demokrasiymiş gibi pazarlayarak, zulümkar [7]Oklokrasilerini kurmuşlardı. 

 

Duyguların kuruntular yerine, umuda yol alanlarına itibar eylemek, savaş pilotluğunun meslek ABC’siydi…

 

Her yenilgi, alabilenine satır arası nedenler, dip not düşen biçimler bırakırdı. Olgunlukla karşılanmayı gerektirse de yerkürenin hilesiz her mağlubiyeti, göklerin pek de kolay kabul edilir bir kavramı değildi! 

 

Bulutlar diyarının çıkış arayışları, sabrın giriş kapısı, bilimsel aklın ibadetiydi. 

 

Kaldı ki hayatın akışında az bulunur mutluluk, debisine bereket mutsuzluğun, sabra damıtılması değil de neydi?

 

Pes etmek yerine direnmek, bitti demek yerine, daha yeni başladı demek, gök mekânın mantıksal, hatta bazen dürtüsel refleksli felsefesiydi. Bir şeylerin illaki yoluna gireceği, her dem saklınızda durmalıydı. 

 

Ayrıca her yenilgi, bir zaferin el değiştirmesi değil miydi?.. 

 

Gök Atlasta nadasa bırakılmış umutların beklentili mevsimi; çalkantılı hayatın, inancı tüketmeyen güvenli limanıydı… 

 

Velhasıl kurmaların gereği yoktu. Adını koyamadığınız sonralar için olumluya ılımlı kalmak, katlanışların en huylusu en hayır dolusuydu. 

 

Üstelik zamanda yaptığımız şu yolculuk, uzak diyarları emekleyen bir karıncanın, olası azmini not düşmüyor muydu?..

 

Dünya dualarımız, hakkaniyet vicdanımız, insaniyet pusulamız; umulur ki aklımızdan çıkmasın!.. Yurtsever yüreklerin Şehitler diyarında, bizi biz yapmış laik cumhuriyetin, demokratik birlik beraberliği daim kalsın!

 

Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM”  roman dosyasından, her perşembe devam edecek… 

 


 

[1] Güzellikte göz alıcı, tablosal

[2] Söylem ve eylemleriyle aşağıların en aşağı derecesi 

[3] Motorsuz bir hava taşıtı

[4] North Atlantic Treaty Organization. Amerika önderliğinde Kuzey Atlantik asamblesi

[5] İngiliz ölçü birimi 1 Knot=1 Natucal Miles= 1852 km.

 

[6] Recm edilmiş (taşlanmış), Allah’ın huzurundan kovulmuş şeytan

[7] Demokrasinin yozlaşıp, yandaşlaşım liyakatsizliğinin hâkimiyet kurduğu, oligarşik rejim.

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593