RIDVAN AYDIN


YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM (25)


…Hayatın geçmiş ve geleceği, sanki ışık hızıyla yarıştaydı. Hafızası geçmişle an arasında, durmadan mekik dokuyordu. Eğer sarıyla kumral arasının kararsız kalmış saçları, bir gün beyazlaşacaktıysa işte o gün, ola ki bu gündü!.. 

 

Bulunduğu yüksekliğe göre, piste motorsuz ulaşabilme mesafesinin yetersizliği, Konya pistinin Yüksek ve Alçak Kilit noktalarını yakalamaya, ne yazık ki olanak vermemişti. Belli ki bunlar, acımasız bir karşı rüzgâra bedel olarak verilmişti… Gök diyarın karakteri böyleydi. Hayat bazen yatağında akmıyor; yaşam, kurgulandığı senaryodan savruluyordu… Yzb. Öztürk, belleğinin sinema şeridine akan hayat belgeseliyle o an, nerdeyse başa baş uçuyordu. 

 

Yerküre hızla yaklaşıyordu. Altimetre ibreleri 12 bin fitleri ( 3657 m) geçiyordu. Ölümle kalımın elde kalmış son üç, ya da beş dakikasıydı. Ve oyunun artık son perdesi, ne olacaksa olacağın son sahnesiydi.  Ne edip edip, belleğinin türbülanslı anılarını, zekâsının tersiyle bir kenara itti. 

 

Plânlaması bir tutuyor, bir tutmuyor gibi olsa da ne olur ne olmazlara karşı, ha bire durum muhakemesi yapıyor, durmaksızın kurtarıcı ön tedbirler üretiyordu. Özellikle askerlik mesleğinin, “Durumdan vazife çıkarma” sanatını, usta bir işçilikle sergiliyordu. 

 

Hem kendisi hem de canına bu kastetmiş raporlu deli fişek, gök diyarın Azrail markajına yaman mimlenmişlerdi. Az sonra 10 bin fit (3048m) gelecekti. Bir yandan uçağın yönünü Konya atış sahasına yöneltme niyetindeyken, bir yandan da atlama pozisyonu alma hazırlıkları içindeydi. Biri hurdalaşma, ötekisi ölümle flörtün randevu kavşağına, nerdeyse varmak üzereydi.

 

Hani bazı mesleklerin derhal büyük kararlar alınması gereken zor anları olur ya!.. Hani o her şeyin bir anda yitirilip; elde kalmış son kırıntılarla bile sıfır dolaylarında hayata tutunulması gereken dar anları!.. Hani var ya elindeki ilahi yoklama listesinin habersiz bir ferdi olup, Azrail’le burun buruna gelinen o hayat kavşakları!.. 

 

Yer küre mesleklerinin güvenli felsefesinde yapılan birçok yanlış, sadece birkaç doğruyu götürse de savaş pilotluğunda tek faul; bazen tüm oyunu bir anda bitiren, olanca doğruları silip süpürendi. Ve o bir faulün zaman zaman alıp da ülkenin bir Hava Şehitliği’ne seremoniyle uğurladığı, henüz dumanı üstünde tüten körpecik hayatlarla beraber, yokları bol ülkenin milyonlarca dolarıydı. 

 

Hata beşer için olsa da ülkesi uğruna büyük sorumluluklar yüklenmişlerin; ne yer yuvarda, ne de gök okyanusta hata yapma hakları yoktu. Savaş pilotluğu, kişinin kendi hatalarından ders çıkarma şansını, çoğu kez elinden alandı. Yerkürenin yaşam güzergâhında, yanlışların bir toplamı addedilen deneyim; çoğunlukla gök diyarda hayata tükeniş kasırgalarının, can pazarlı didişken provalarıydı. O diyarla yaşamanın bedeli, oldukça ağırdı. Başa gelenler,  geride kalanlara ancak hüzzam dipnotlar bırakabilendi.

 

Dünya hızla değişiyordu. Bağrının eskiyen klasikten, günümüz modern bilgisayar yazılımına geçmiş makineleri gibi, gökler de hızla yazılım pilotluğuna koşturuyordu. Devranın yetenek donanımlı hiper zekâ dijital makineleri, ticari göklerde artık neredeyse her şeyi eksiksiz yapmalara kurgulanmışlardı. Sırtlandıkları yapay zekâ bilgisayarlarla hani neredeyse sıfır hata uçtukları gök diyarlarda, Azrail’le meseleleri pek olmazdı. 

 

Vaktaki teknolojik ihanet kıpırdamaya görsün! Vaktaki makineye aşırı güvenin, şaşmasın şirazesi!.. Asayişi bozulur, yer gök karışır birden!.. Donanımı yazılım olmaların, defosuz sanılan yetkinliği, olanca kusurlarıyla işte oralarda terse geçerdi… Oralarda ölüm ansızın hayata karışır, o bir oburca kendini beslerdi. 

 

Ezberine çomak sokulmuş devran, oralarda ne acı ki yıkıldığı koordinatta cana kıyar, ortalığı kana bular giderdi… İnsanlığın bu yazgısı; bilimsel mühendisliğin formatladığı “yazılımcılık” refleksinin, insan faktörünü tümüyle ortadan kaldırmaya bazen yetmeyişiydi. 

Diğer bir deyişle bu, dijitalleşmiş sanal mühendislik yazılımının, klasik gerçek hayatla örtüşemeyişiydi. Hayatla yazılım arasındaki o Araf (ara) bölge, yazılım pilotluğunun kaderini belirliyordu. 

 

Savaş pilotu göklerinin, sadece yazılım ve belge pilotluğu olmayışı, işte bu yüzdendi. Yüreğinin alın teri, koşullara programlı bileğindeydi. Aklıysa hep, gök boşlukta dolaşan trigonometrinin, ağır bir işçisi, sadakatli bir askeriydi. Kokpitinde bir başına kalabileceği makinenin, her haliyle üstesinden gelebilmek; sadece havacılık yüklenmiş, sertifika ya da diplomalarla olamayacağını, çağdaş mantık işte bu sebeple bilirdi! 

 

Dünya, işte bu sebeple Hava Kuvvetleri Uçuş Okullarını, ince eleyip sık dokuma tezgâhlarına döndürürdü. Harp Okulu sonrası, başlatılan uçuş okullarında, nerdeyse her yüz kişiden ancak 35-40 kişinin pilot olabilme oranı, işte bu yüzdendi! İş başa düştüğünde, gök uçların olanca boyutlarını emniyetle kullanabilmelerin, operasyonel deneyimini,  her haliyle diplomalara yüklemek, elbette ki teoride bilimsel bir gereksinimdi. 

 

Şüphesiz ki ticari göklerin de öylesine yetenekli, öylesine yürekli pilotları vardı ki eğer savaş pilotu olsaydılar, illaki savaş göklerinin efsanevi asları arasında, abidevi yerler edinebilirlerdi. Fakat hayatı terste yaşamamış beyinsel reflekslerin, hayatın dar anlarında çabucak düze geçmeleri; normali alışkanlık edinmiş psikolojilerin, anormale uyumları; kimseler kınamasın!.. Gücenip alınmasın!.. Hangi akılla açıklanabilir, hangi mantıkla savunulabilirdi? 

 

Bir atasözüne göre yerkürenin kervanları yolda dizilebilse de hayatın keskin gerçeği; gök kervanların gök yollarda, asla dizilmez olacağını, bilimsel çağdaş akla sıkı sıkıya tembihlerdi. Asrın her koşula, anında müdahale edebilecek havacılık yüklenmemiş sertifika ya da diplomalarını, yeryüzünden alıp da göklere çıkaran mantık; gökler dünyasını, her zaman çağa mahcup, her zaman raporlu bırakırdı. 

 

Göklerin başa gelebilecek her olasılığına, yeryüzünde eğiten Simülatör Eğitim Merkezleri, mesleki gelişimle birlikte, kusurları törpüleyip gidermeye yönelik amaçlarla kullanıldıkça, göklerin uçuş emniyeti yükseldikçe yükselecekti. Övünüleniydi ki sahip olduğunuz yazılım, olumsuz ilahi kodlar taşımıyorsa, günümüz ticari uçaklarını düşürmek; çok yetenekli bir yeteneksiz olmaları gerektirirdi. Zira modern mühendisliğin yapay zekâlı elektronik akıllıları Kokpitlerde; hani neredeyse edeplice küfreder hale getirilmişlerdi! 

 

Özellikle sivil havacılığın göklerdeki bilgisayarlar konseyi, en ufak pilotaj kusurunuzda; hemen hemen koro halinde size “yapma, etme, yakışmıyor!” ikazları verirlerdi. Hatta bazı hayati durumlarda; “Yahu sen gerçekten pilot musun arkadaş!” der gibi, kumandayı elinizden alırlardı. Tehlike parametrelerinden uzaklaştırma sonrası, “Al ama adam gibi uç!” dercesine, uçar makineyi size yeniden teslim ederlerdi… 

 

O bilgisayar konseyleri ki üretildikleri fabrikalarda hataları düzeltmelere, modern teknolojinin bilimsel çözümlü önerilerini, ustaca sunmalara eğitilmişlerdi. Üstelik ticari gökler dijital Kokpitlerin, birden çok pilot ve çift oto pilot gökleriydi.

 

Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…

 

Evrensel hukukun [1]Karakuşi hukukuna uyarlanmadığı… Mezhepleşmiş mürit partizanlığın, insanlık suçu sayıldığı… Kurulduğu günden beri, Kur’an’i İslam’a aşırı kan kaybettiren, İslamofobik Siyasal İslam’dan kendini kurtardığı… Organize iç ve dış siyaset arenasının; ülke yurttaşlarına müşteri gözüyle bakmadığı bir Türkiye umuduyla.

 

Yetiştirdikleri biz evlatlarıyla hem toplumların hem ulusların, nihai toplamda ise insanlığın nitelik seviyesini belirleyen tüm kadınların, “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” kutlu olsun. 


 

[1] Osmanlıda yaşamış bir kadı

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593