RIDVAN AYDIN


YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM-8


……Ya şimdi?.. Yoksa!.. Yoksa bu gün o gün mü, an o an mıydı?.. Ölüm bu kez oralara mı kurmuştu, terazisi bazen hiç de hakça olmayan tezgâhını!.. 

 

Kefenin gizlice sunulduğu mesleki bir yazgıyı, hayatın ancak bu koordinatına dek, alnında taşıyan beter yazgılı kurban; bu kez Yüzbaşı Serhan mı (?) yoksa Üsteğmen Göktuğ muydu? Ya da o an, ikisine birlikte mi karar kılınmıştı o gök divanda?.. 

 

Elinin, topu topu o bir tek motoruyla üstelik insafsız bir sinsilikte ta buralarda, bu hoyratça durmuşuyla hangi uçak acımasız, hangi uçak alıcı, hangi uçak Azrail değildi ki? 

 

Çalımlı tantananın, bu ansızın iki cana buralarda çalım atma, bu kendi zulmünü dayatma kıyıcılığı, ola ki Azrail’le gizli bir ortaklığı değil de neydi?.. Hatta o an Azrail hazretleri, göğün oralarında, yoksa yakın bir yerlerde miydi?..

 

Alın terli tüm meslekler kutsaldı. Lakin vatan Serdengeçtilerinin, can pazarı sevdasına mevzilenmiş, bazı meslekler vardı ki; hayli yakınınızda ışıldasa da umut, Azrail’den kaçışsız öykülerin, matemsel törenleri sıkça olurdu. Yoksa bu da mı (!) oralara yol alıyordu?.. 

 

Gök öyküler, kendilerini hemen aramalara, sonlarını hemen bulmalara, bir an önce eksiklerini tamamlama heveslisiydi. Sözün özü, sonuca varış aşamaları çabukluğa gündemli, bilinmeze ünlemliydi. 

 

Dünyayı bulunduğu yerden okumak yerine, olduğu yerden anlatan romanların acelecilikleri;
gerçekleri filmleştiren ustalıkların, sanki kısa metraj üretim setleriydi...

 

Serhan Yüzbaşı, kalktıkları meydanı, o meydanın pistini tutturabilme olasılığının, sakinleştirici aritmetiksel varlığını, basit bir hesapla düşündüğünde rahatladı. 

 

Başındaki uçuş kaskının, oksijen maskesiyle kurumuş dudakları, mutluluk kırıntısına bulanmış bir tebessümün, ılık bir esintisiyle azıcık serinledi. Ancak motorsuz süzülüşle kat edecekleri irtifalarda, şiddetini bilmedikleri hiddetli karşı rüzgârların, olabilir zorbalıkları aklına düşünce de o sakinleştirici cılız esinti, varla yok arası yalayıp geçti. 

                                        

20’nci yüzyılın böbürtülü teknolojisi, rüzgârın yön ve şiddetini bildiren bir göstergeyi, barış için savaşan kokpitlere lütfetmeyi, henüz akıl edememişti. 

 

Velhasıl Yzb. Serhan’la Ütğm. Göktuğ’un, hayatı tutturabilme olasılıkları, irtifa rüzgârlarının insafına kalmış gibiydi. Bunu, içine bir hoyratça düştükleri şu dar zamanın, birkaç dakika sonrası, zaten ister istemez ellerine tutuşturacaktı. Zira doğasında her denklem çözüm beklentiliydi. Tez zamanda [1]Algoritmik denklenmeyi dilerdi… 

 

Demekti ki fazla da kurmaların gereği yoktu. İçlerinden süzüldükleri rüzgârların, merhametine kalmış hayati nihailik, nasıl olsa aşağılardan hızla gelmekteydi. Üstelik gökyüzü, ne kendi mimarisine ne de kendi coğrafyasına ait olmayanı, bağrında ne zaman uzun süre barındırmıştı!..

 

Yüksek irtifalarla birlikte, koşturarak akışıp giden on beş, bilemediniz yirmi dakika sonrası, ya edebi bir gök öyküye mutluluk ya da hepten hüzzam bir gök romanın, bir şehitlikte ağırlanır, ağır yası olacaktı… 

 

Payına düşeni hayat, ne vakit yarım bırakmıştı!.. 

Belleğini plato edinmiş, sisli bir film şeridi Yzb. Serhan’ı, naftalinli anılar arşivinde gezdirmeye koyulmuştu... 

 

Yoksa hayat, yaşam güzergâhında kapabildiği her yaralısını bir daha, bir daha mı vururdu yarasından!.. 

 

Bilimsiz siyasetin, özellikle köşe dönme organizatörlüğü olarak kullanıldığı topraklarda bazen hayat, üşüştükleri avlarını, var gücüyle yağmalayan akbabaları anımsatırdı…

 

Hükümet ettikleri devasa yağmaların iri iri hurmalarını, deveyi hamutuyla götüren ağır yıkımlarını; gündem gündem üstüne patlattıkları yalan bombardımanı, tuzak içi tuzaklara gizleniş operasyonlu  akbabaları!..

 

Uluslararası itibarda, ahlaksal ve bilimsel her ne varsa tümünde oraları, liste sonlarına savuranları…

 

İşledikleri ağır günahların ayıplı insanlık suçlarında, neredeyse hep suçüstü yaşayanların, yandaş olmayanları teröristlikle suçlamaları; inşacısı oldukları her tür terörü; muhalifini suçlayarak, Hitler gibi kendi terörüne saklanış şeytanlığıydı… 

 

Derin batağından her bir yana 7/24 pompalanırken, saplantıyla saçılan boğucu siyasetin bıktırıcı, bunaltıcı kronikleri, kameralar önünün karabasan jönleri, ancak bilim fukarası haritalara musallat olurlardı. 

 

Oralar ki dünyanın; serveti mihrap, yalanı minber, parayı kıble edinmiş siyasileriyle enkazlaşan, kimsesiz hayatlar mezarlığıydı.

 

Oralar ki emperyalizmin yazdığı senaryolarda, hukuk dışına savrulmuş rollerin, türlü türlü maskelerini kullanan, sözde yerli ve milli oyuncularla hükümet edilirlerdi.

 

Gezegenin şeffaf olmayan dinamikleriyle çağ çöküğü bırakılmış haritalarında, namus saç telinde… Edep; ya mini etekte ya rahibe kılığı kıyafetlerde… Din iman; sarıkta-gavsda, sakalda-feste aranır, aratılırdı. İnsanı, insan yapan değerleri; ahlakta, adalette, hak-hukukta aramak, neredeyse Sümme haşa oralarda haramdı. Hem sakın haa, günahtandı!.. 

 

Haliyle oralarda “itibar” da milletin parasıyla saraylı, köşklü, yalılı saltanatlarda… Çıngıraklı çöl kervanlarını andıran, rengârenk çakarlı uçsuz bucaksız konvoylarda… Kabile korteji irticanın, kara protest güruhlarında aranır, pazarlanırdı.

 

Kim demiş oralara içki haram da her bir yana her türden hukuksuzluk, yolsuzluk, hırsızlık hükümrandı!..

 

Coğrafi şekil ve farklı ısınmalardan dolayı, yeryüzünün hava akımları ile troposferin yüksek ve orta seviye rüzgârları, birbirine pek uymasa da yer yuvarda hangi yöne aktığı belirlenen bir duman, rüzgârın şiddet ve yönü hakkında iyi kötü bir fikir verebilirdi. 

 

Yzb. Serhan, ta kalkıştan itibaren indirdiği vizörünü gözlerinden kaldırdı. Esmelerin yön ve şiddetini tespit için bakışlarını uzun far yaparak, yer kürede tüter duman taradı. Görüş mesafesinde bulamadı…

 

Atatürksüz yetim kimsesizlikte, yerli ve yabancı güçlerle el ele iktidarların, partizan siyaset işgalinde; boynu bükük bıraktıkları demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin, yeniden can bulması ümidiyle dünya dileklerimiz, hayat gönlümüzce olsun!

Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM”  roman dosyasından devam edecek…

 

[1] Belli bir problemi çözmek veya belirli bir amaca ulaşmak için tasarlanan yol.

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593