… Serhan-Göktuğ ikilisi, Harran göklerinde başlamış bir mecburî iniş cehenneminin içlerindeyken; Konya göklerinin emektar yüzbaşılarından biri olan meslektaş ağabeyleri Sefer Öztürk’ün, üç yıl önce mecburî iniş öyküsü, ta oralardan Yzb. Serhan’ın hafıza ekranına düşmüştü…
Hava Harp Sanatında, mükemmelliğe erişim programlarından Tap Gan (Top Gun): Dünya savaş pilotlarının, en seçkin eğitim programlarından biriydi. Gerçeğine sadakatle Harbe Hazırlığın, en etkin öğretildiği bu programın 6 ay süren ağır kursu, Atış Bombardıman okulu olarak, 3’üncü Ana jet Üssüne kurulmuştu.
O gün, uçuş yoktu. Üs Karargâhında, tüm uçucularla birlikte ilgili birimlerin de katıldıkları, “Aylık Uçuş Emniyet Toplantısı” vardı. Olanca uçaklar ya sığınaklarında ya da park yerlerindeydi.
Ertesi günün zorlu görevlerine uçak çoğaltmak amacıyla uçuş harekâtı, üssün sadece test uçuşlarına açıktı. Yzb. Öztürk, Üs Bakım ünitesinden yeni çıkmış bir F–100C psikopatının, uzak yüksekliklerde yapılması zorunlu test uçuşundaydı. Gök atlasın Beyşehir göl üzeri, 3’üncü Ana Jet Üssü test uçuşlarına ayrılmış o sahasındaydı. Kumandası altındaki ambargolu kaçığın, Atış Bombardıman okulunun zorlu harbe hazırlık eğitimlerine, hazır olup olmadığını değerlendiriyordu…
Günlerden Cuma, vakit ikindiye varıyordu… Başına gelenlerle nasıl da cebelleşip, nasıl da didişip duruyordu… Azrail hazretleri gök yükseklere, gene can pazarını kurmuştu. Yönerge gereği kırk beş bin fit (13 bin 700m) civarında yapılması gereken Ey-Bi[1] denemesinde motor, amansız bir Stol’a[2] yakalanmış, akabinde oraların giz dolu, ilahi derinlerinde suspus olmuştu. Hava yakıt oranının karışımıyla motoru besleyen ana yakıt kontrol ünitesinin, yükseklerde olası bir arızasından mı acaba huysuz aygır öylesine şiddetli, öylesine ciğerden öksürük nöbetlerine tutulmuş, sonrasında olan olmuş, kendini bitirerek rahatlamıştı!..
Yoksa kalkış anında motordan emdiği bir yabancı madde hasarı mı onu oralarda bu hallere koymuştu? Her ne olmuşsa olmuş, az öncelerin kükreyen gök küheylanı, merasının yılkı atı sessizliğine öykü olmuştu. Kayıpların hesabını bir yana bırakarak, kalmış eldekilerle hayatı yeniden oluşturmak; felaketin cana bile kastedecek belasını, az kayıpla savuşturma olgunluğuydu.
Kendi dönem arkadaşlarının F-100 pilotlarından Salih Gunucu, Sabahattin Çulha, İsmail Meker, Şener Koltuk gibi yüreklere anıtlaşmış; Kani Kurtuluş, Hasan Çalış, Yaşar Parlak, Hüseyin Uysaler, Fethi Gülbaran, Vecdi Vural, Elbruz Katı ve Akın Şanlıtürk yüzbaşılar gibi Hava Kuvvetleri’nin yüreği iri, bileği güçlü gök aslarındandı. Ayrıca bilimsel bir hamalı oldukları yoğun gök tecrübeyle savaş uçuculuğunun, en usta öğretmenleri safında anılırlardı.
Zaten gök makineler, pimpirikli kişiliklere alttan alta diklenir, afra tafra yapar, fırsatını buldu mu da kafa tutar heyheylenirlerdi. Bu sebepten o sizin değil; sizin ona efendi olduğunuzu bilgi, bilek ve yüreğinizle kabul ettirmeniz, size mutlak itaati gereğiydi.
Savaş pilotluğu, elinizdeki savaş makinesiyle gezegen göklerinin muharebe sanatlarında, mükemmeli yakalama yarışıydı. Akılcı gök haylazlıklarınız, insan kanıyla geçinen küresel haramilere, bir tür savaş caydırıcılığıydı. Yeteneklerinize katık, kaşlarınıza çatık delibaşlılığınız, barışın inşası adınaydı… Savaşların hayata ve dünyaya neler neler ettiğini görebilenler, barışın hayati önemini en iyi bilenlerdi…
Sefer Öztürk Yüzbaşı da Atış Bombardıman Okulu’nun birçok deneyimli öğretmenleri gibi, atandığı Ana Jet Üslerinin, zorlu kıta semalarındaki uçuş hamlığını, yıllar yılı koşturduğu gök hamallığa pişirmişti.
Bulutlar diyarının tasasız, kokpitlerde pervasız, olanca aletlerle barışık baba tavırları; uçan makinelerin, en belalısını dahi rahatlatıp, uysallaştırır nitelikteydi. Medeni ahbaplığına güvendiği aygırın madeni heybetiyle Konya pistinden, daha birkaç dakika önce şahlanarak tırmandığı maviliklere varışı az önceydi…
Daha soluklanmadan karşılaştığı teknolojik felaketin uygarlık ihaneti, sapasağlam kalktığı piste odaklandırıp, bu kez durmuş bir motorla oraya mecburi inişe yöneltmişti. Hayat tiyatrosunun eskici [3]tulûatları, [4]arkaik [5]tiratlarını gök diyara hazin sahneliyordu o an. Oyunun ön sözünde kanatları altına yurtlanmış yurdu, ara pasajlarında ise yerküreye tutunmaya çalışan eşiyle afacanları vardı.
Kitabi usullerle ardı ardına yaptığı çalıştırma teşebbüsleri, bir sonuç vermemişti. Motor performans parametrelerinin, öncelikli göstergelerinden biri olan adedi devir (motor dönü) saati tükenikti. Üstelik bitik… Teknolojik bir arsız, bir acımasız, bir insafsızca dijital sıfırına doğru yola koyulmuştu…
Konya pistinden kuzeye doğru kalkış yapmış ama mecburi iniş için aynı istikametin mesafesini kat edebilecek gücü de zamanı da yoktu. Tersten inişe karar kılmıştı. Olanaklar el verirse durmuş motorla iniş paterninin “Yüksek Kilit”, “Alçak Kilit” ve “İki Yedi Sıfır” noktalarını, güneyden direk inişe plânlamıştı.
Örneksemeli egzersizlerini, öğrencilerine Konya göklerinde neredeyse her gün benzetilmiş olarak eğittiği “Motorsuz Mecburi İniş” güzergâhının, bu kez bizatihi kendi başına gelmiş bu gerçek olanını, hayata sergilemeye zorunlu kalmıştı.
Son anda pisti tutturamazsa; şu başına ne işler açmış kaçığı, pist güneydoğusundaki Atış Sahasına yöneltip, kaderiyle baş başa bırakacak, terk eyleyip atlayacağını da iç dünyasının “B” planı olarak kararlaştırmıştı.
Korunmayı gerektiren akıl, savunma duygularından korkuyu, insan kimyasının harcında hazır tutsa da; o niçinse bazı mesleklilere, daha seyrek uğrardı. Normalin, anormale yakın uçlarına yuvalanmış bazı yürekler, gözü karalığın pervasızlığını, mesleğine yaşam tarzı bellerdi.
Yzb. Öztürk de altındaki kaçığı piste ulaştırabilecek trigonometrik plânlamayı, yüreğini kattığı usta bir yeteneğin, hassas incelikleriyle uyguluyordu. Artık uçamayıp, umarsızca süzülmeye başladığı göğe, adeta nakış nakış işliyordu.
Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…
Evrensel nitelikli hukuksal yasaların; “temiz toplum” iradesiyle siyasal ablukalı, KHK ve torba yasalar kuşatmasından kurtulacağı… Direkt devlet hazinesine üşüştüren, çağ berbatı bir seçme ve seçilme sistemiyle partizan iktidarlar üretiminin, ola ki son bulacağı…
Sözde demokrasiyle organize suç şirketlerini andıran partizan örgütlerin, iktidar olur olmaz; devlet hazinesini, millet kaynaklarını, kamu bankalarını gerek kendilerine gerekse yandaşlarına, örtülü veya açık kasa yapamayacağı…
Siyaset koltuğunda neredeyse üç kuşak parti başkanlarının, garabet listesiyle her meclise demirbaş müzminlerin; gedikli başkanlarına kapıkulu yerine, milletine hizmetin vekili olacağı… Ki dahası devşirme borsasının, ayıplı seviyesine tav olup da asla satın alınamayacağı…
Yoksullaştırdıkları millet sırtından, zenginleşme siyasetiyle kaptıkları bitimsiz üstünlük, dokunulmaz ayrıcalık, sınırsız olanakların; sadece ve sadece gelişmiş demokrasilerdeki gibi olacağı…
Hizmet siyaseti yerine, algı siyasetiyle avlanan cehalet havzalarına: “Hiç kimse veya hiçbir kuruluş kendisini, millet iradesinin üstünde göremez…” diye diye, millet iradesini kesintisiz gasp edenlerin, asla iktidar ve itibar bulamayacağı, şeffaf bir Türkiye umuduyla…
Sağlık, huzur, mutlu geleceklere vesile olması dileğiyle hayırlı Ramazanlar.
[1] Afterburner; yanma odalarında tam yanmamış gazların, mühendislik harikası bir buluşla yeniden yakılarak sağlanan roket gücü.
[2] (Stall) Motorun ardıl patlamalarla ağır öksürük nöbetlerine tutulması. Bazen tamamen durması.
[3] Doğaçlama oyun
[4] Antik
[5] Sesleniş, monolog