RIDVAN AYDIN


YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM (30)


…Bulutların kokusu, yıldızların tozuyla gök diyardan dönmüş, uçuş kombinezonlu babalarını, eşiklerde karşılayan çocuklar; alınır-alınır göklere fırlatılırdı. Yurt sevgisine bulalı aile yuvalarının, yankılı kahkahalar korosunda, sabilerin yanakları özlemle okşanır, hasretle mıncıklanırdı... 

 

Ardından, Filo kantinindeki veresiye defterine, uçuş sonrası yazdırılarak alınmış bir iki çikolata, Bayramlık bir tören havasında verilirdi. Çağalar ki gök diyarlı babaları tarafından, yüzü-gözü yurtlanarak okşanası, puf puf elleri şefkatle öpülesi içindi...

 

Yoğun uçuş görevlerinin olduğu dönemlerde iki-üç gün, başka meydanlara konuşlanma mecburiyetinin, uzunca intikal görevlerinde ise haftalarca, baba yüzü göremezlerdi. Yer kürenin tekmil görevlerini, hasret kaldıkları babalardan çaresizce üstlenmiş cefakâr annelerin, tedirgin kanatları altında, baba resmi öpe-öpe, bir öylece büyür giderlerdi! 

 

Ama olsun!.. Er geç dönerlerdi ya yuvalarına. Önünde sonunda, hani bir bayrama dönüşürdü ya bazı ayrılıklar!.. Hani var ya hayatın biz konuklarını bazen, mutlu sürprizlere de ağırladığı zamanlar... 

 

Ya göklerden apansız kayıp giden babalar!.. Olmayası o anlar, o zamansız vedalar!.. Ya geride bırakılanlar!.. O, her şeyin bir anda son bulması!.. Kaç hayatın biçare, kaç yuvanın allak bullak olması!.. O az önce oynadığı lojmanın sokağından, boynu bükük kopup giden yavrular!..

 

Gök diyar kütüğüne kayıtlı babalar çocuklarını, çoğunlukla uykularında öper çıkarlardı, Ana Jet Üslerinde. Geçenlerde Berfin’in babası da öpüp çıkmıştı da akşam eve dönememişti. Zigana uçlarının sisli doruklarına mı vurmuştu ne! 

 

Melike’nin, Melis’inki de gökler tarihinin bir yerlerinden, takvimlerin acılar diyarına düşmüşlerdi durup dururken... 

Annesinin karnında altıncı ayındayken, babasının karlı Toros eteklerine parçalarını bıraktığından; Özenç de bîhaberdi... 

 

Ya Berilinki?.. Öfkeli sonbahar bulutlarının, şiddetli bir hava muharebesine tutuştukları cehennemi o gecede; göğün karasını nasıl da kazıyarak, nasıl da bir yıldızın çaresiz feryadıyla kayıp gitmişti o doğarken... 

 

Kar-Boran hava koşullarının geçit vermezliğinde, birkaç gün ve geceyi, tükendiği ulaşılmazlığın zorlu bayırlarında, kurda kuşa yem olarak geçirenleri de olurdu bazen. 

 

Hatta karla kaplı coğrafyaların Şubat’ından Temmuz’una dek, tüm aramalara rağmen bulunamayanları da yok değildi o amansız dünyanın. Akdeniz’in, Ege’nin diplerinde, Uludağ zirvelerinde kalmışları da vardı umarsızca...

 

Gökyüzü, ara sıra öğretmenlerine, hatta Filo Komutanlarına da kıyandı. 

 

Yılışık bir sisti… Kardı borandı… 171’inci Filo Komutanı Kur. Bnb. Okan Öncel, kolundaki mangal yürek yiğitlerle birlikte, Azrail’e bir amansız av olmuş, doymak bilmez ölüme bir yaman çarpmışlardı. Yzb. Mehmet Yılmaz, Ütğm. Nail Sargan ve Ütğm. Vedat Uzuner; Navigasyon (INS) sisteminin, 10 deniz mili (18,5 km) hata yapması sonucu, Munzur doruklarına ikili bir F–4 (Fantom) kolu olarak vurmuşlardı. 

 

Ağır hava koşullarından, Arama-Kurtarma faaliyetleri günlerce başlatılamamıştı. Sonrasındaysa buzul doruklarda aylarca aranıp durulmuştu. Dört Yiğit’in her biri bir mevsim sonra, ancak artakalanıyla bulunmuştu. 

 

172’nci Filo Komutanı Bnb. Köse, Maraş Afşin düzlüğünün bir alacasında,  Üsteğmen Kolağasıgil Bandırma Ulubat gölünün bir öğlen sonrasında yitip gitmişlerdi. Velhasıl kimileri bir dağ başına, kimileri bir kırsalın ıssız yalnızlığına, kimileri kendi enkazlarının külleri arasına bırakmışlardı hazin öykülerini… 

Defnedilmiş anılara her varışımızda, geçmiş zamanları inleyen kadim bir Ney’in uhrevi ezgileri, ilahi zamanlar ötesinden ruhumuza, kederden nağmeler estirmez miydi?.. 

 

Henüz o dünyada yokken, Kıbrıs Harekâtında uçağı vurulmuş, paraşütle indiği Akdeniz’de bir gece kalsa da bir şey olmamıştı! 

 

Güya olmamıştı ya üç yıl sonra, Malatya Hava Lojmanlarında; bir yaşına girmeye emekliyordu Berrak… Kolundaki üç uçaktan birinin, çelikten kanadına, talihsizce çarptığı babasının, yüzbaşı parçaları; Adana göklerinden Çukurova’ya, bir can sağanağıyla düşmüş dediler… 

 

Özcesi, zaman zaman baharına yeni çıkmış fidanlardı yüreklerden sökülen… Terütaze yapraklardı, gencecik dallarından zamansızca dökülen. Uğruna can verdiği bayrağa, sarılı tabutlardı, bir şehitlik kütüğüne yurt sevdası, askeri yarasıyla kaydedilen… 

 

Geride kalanına acılardan doktoralar yaptıran, destansı hayatlardı velhâsıl, o gök mekân bayırlarda öykülenip yaşanan!.. Artık olmasalar da yaşam karelerinde, sarararak zamana karışmış resimlerden dünyaya, muradı gözünde bakıp duran!.. 

 

Babaların bazıları Hava-Hava… Bazıları Hava-Deniz… Bazılarıysa Hava-Yer atış sahalarında kalmışlardı. 

 

Test uçuşu… Alet uçuşu… Profil ve Yer Hedeflerine Taarruz görevlerinden de dönememişleri çoktu. Gece uçuşu… Gece atışı… Av önleme… Yakın hava desteği… Hava muharebesi vesaire-vesairin, gidip de dönemeyenlerle doluydu gelgeç dünya... 

 

Ençle Eceninki Bolu dağlarında; Barbaros’unki Diyarbakır Seyrantepe boranında; Gökçe çiçeğinki de Karacadağ eteklerinde kalmışlardı velhasıl. Öyküler bir yaman yitmiş, bir dokunur bitmişti kısacası... Falanınki filan yerde, filanınki falan yerde dünyaya tükenmişti... 

 

Zamansızca gidenler kahramanlık destanlarına, Ana Jet Üslerinin hazin öykülerine taşınırlardı bir bir. Ya dillerde bir türkü ya dünyaya bir roman ya da şiir olurlardı şairlerin hüzün dizelerine. 

 

Kaldı ki edebiyat, edebiyat dediğimiz; bulunduğu çağın her canlıya sorumlu ve duyumlu, evrensel bir yurttaşı değil de neydi?.. Öyküsel omurgası roman gerçeğine kurgulu olsa da duyarlı içeriği, tümüyle hayattan hakikatler olmadığını, kim iddia edebilirdi?..

 

Not; Rıdvan Aydın’ın “YÜREĞİME SİYAH ÇELENK BIRAKTIM” adlı, roman dosyasından devam edecek…

 

Gök Diyardan bir delinin akıl almaz düşleri…

 

Kameralar önünde melek-maske (gişe yapar) şeytanlığıyla kiminin din-iman-öte dünya pazarlamacılığı; kiminin radikal kimlikçilik, etnik fasaryalar zurnacılığı; kiminin de vatan-millet-Sakarya üçleminde, hak-hukuk-adalet bayrakçılığıyla ceket çıkarıp, kolları sıvayamayacağı… Ve marazi çıkarlarla önce partilerinin kurumsal, sonra da asil Türkiye Cumhuriyet’inin kurucu genetiğine, asla bireysel format atamayacağı…

 

Ülke çoğunluğunu teşkil eden haktan yana vicdani ahlakın ve sorgulayıcı akıl sahibi dürüst yurttaşların, kesinlikle siyasetin Karakuşi muhterisleriyle artık kandırılamayacağı ki acilen açılacak bilinçli yurttaşlık kurslarına, istisnasız her kesimin mecbur katılacağı…

 

Dürüst ve yurtsever yurttaşları, asla temsil etmeyen hiçbir parti hiçbir bakan hiçbir milletvekili, özcesi hiç kimse, hiçbir kurum ve kuruluşla… Güven-refah-huzurun kesinlikle çalınamayacağı; gayrimeşruyu meşru kılan örgüt partizanlığı ve bağlılarıyla millet kaynaklarının, katiyen yağmalanamayacağı; sağlığın-mutluluğun-huzurun, adalet-hak-hukukun, hiçbir zaman komaya sokulamayacağı, cennet bir Türkiye umuduyla…

YAZARLAR

https://www.facebook.com/%C3%9Cnye-Kent-Ofset-106507792092593